İSTANBUL NASIL BESLENİR ? GREENPEACE TÜRKİYE

İstanbul 15 milyon 67 bin 724 kişinin yaşadığı dev bir metropol ve Avrupa’nın en kalabalık şehri. Bu nüfusa neredeyse nüfusuna yakın sayıda turist ve uluslararası ve geçici koruma altındaki yabancılar da eklendiğinde, Türkiye’nin gıda tüketiminin yaklaşık üçte birini gerçekleştiren İstanbul’un nasıl beslendiği, ekolojik ve toplumsal sürdürülebilirlik başta olmak üzere çok yönlü olarak tartışılmaya ve araştırılmaya muhtaçtır. Bu rapor, İstanbul’un nasıl beslendiğini, gıda tedarik zincirini incelerken nasıl beslenmesi gerektiği hakkında yapılan tartışmaları ve örnek uygulamaları da aktarmakta, alternatif gıda tedarik sistemleri içinden bu kadar büyük bir metropol için toplumsal ve ekolojik olarak en sürdürülebilir olanlarının altını çizmektedir.

Türkiye’de kırın çözülüşü, tarımdaki yapısal dönüşüm süreci ve tesis edilen gıda rejimi gıda güvencesini aşındırmaktadır. Nüfusun gıdaya fiziksel, ekonomik, sosyal olarak erişimini sağlayan koşullar, üretim, tüketim ve tedarik süreçleri, bunları var eden geleneksel ilişkiler dönüşmektedir. Bunun gıda ve beslenme alanındaki en temel sonuçları, gıdada kendine yeterliliğin kaybedilmesi, kalıcılaşan ithalat rejimi, yapısallaşan gıda enflasyonu ve gıda güvenliği ilgili artan kaygılardır.

İstanbul’un gıda sistemi, Türkiye’de gıda sisteminin bu gidişatına dair oldukça endişe verici bir manzara ve tüketim odaklı, bağımlı bir beslenme rejimi sunmaktadır. Öncelikle yakın çevresi olmak üzere, ülkenin dört bir tarafından ve hatta yurtdışından tarım ve gıda ürünlerinin tedariğine dayalı, sayısız üretici ve tüketici arasında çok ürünlü, çok aktörlü dev bir ekonomi oluşturur. Bunun doğal bir sonucu olarak, aracıların ve büyük aktörlerin başta fiyat olmak üzere üretime dair tüm faktörleri belirlediği sistem üreticiyi yabancılaştırmakta, tüketiciyi ise tüm üretim sürecinden tamamen izole etmektedir. Gıdayı bir ticari meta haline getiren pazarlama anlayışı, üreticiyi de kamu sağlığına dair ahlaki sorumluluklarını idrak edemez hale getirmiş

durumdadır. Kârlılık güdüsünün tek motivasyon olduğu pazarlama biçimi sisteminde kamu sağlığı yalnızca hukuki zorunluluklarla sağlanmaktadır.

Ekonomik kriz dinamiklerinin belirginleştiği 2014-2015 sonrası dönemde çözüm doğanın geri dönüşsüz yıkımı pahasına rant üretimi ve tahvilini amaçlayan Kanal İstanbul gibi mega projelerde aranmaktadır. İstanbul’un sahip olduğu ormanlar, fundalıklar, çayır ve meralar, tarım alanları, sulak alanlar ve kıyı kumulları gibi karasal ekosistemler ve bunların oluşturduğu habitat 3. Köprü, İstanbul Havalimanı gibi mega projelerin doğrudan (projelerin inşaat ve işletme aşamasındaki) veya dolaylı (bağlantı yolları, projelerin neden olacağı yeni gelişme alanları ve nüfus artışı) etkileri sonucunda tahrip edilmiş durumdadır. Kanal İstanbul projesi ise kentin ekolojik varlıkları ve tarım alanları açısından yeni ve büyük bir tehdittir. İstanbul Havalimanı’nın ve Kanal İstanbul projelerinin ÇED Raporlarında yer verilen proje alanlarına dair veriler, bu projelerin tam olarak hayata geçirilmesi sonucunda 8409 hektar tarım arazisinin (tüm tarım alanlarının yüzde 9’u), 8569 hektar ormanın (tüm orman arazilerinin yüzde 3,5’i) ve 1328 hektar otlak alanının geri dönüşümsüz olarak yok edileceğine işaret etmektedir.

İstanbul’un ve hatta Marmara Bölgesi’nin gıdada kendi kendine yeterli olmasını sağlamak gibi bir siyasi ve yaygın toplumsal gündem bugüne kadar söz konusu olmamış, bu sorun görmezden gelinerek ertelenmiştir. Hatta tam tersine, yanlış tarım politikaları ve yıkıcı projelerle İstanbul’un kendi kendine yeterlilik olasılığı daha da aşındırılmaktadır. Bölgesel kalkınma politikaları çerçevesinde tarım, Marmara Bölgesi için stratejik bir sektör olarak görülmemekte, kentsel “dönüşüm” ve değişim süreci içinde tarım arazileri gitgide konut alanlarına ve sanayi bölgelerine dönüşmekte, yapılmak istenen yeni mega projelerle mevcut tarım alanları da yok edilmektedir.

İstanbul Nasıl Beslenir?:

Üretici Pazarları Odağında Alternatifler ve Olanaklar

Ancak bu, ekolojik, ekonomik ve toplumsal olarak sürdürülebilir bir model değildir; hatta aslen “model” değildir. Kendiliğindenliğin yıkıcılığına teslim olmuş halde; adeta görünür gelecekteki yokoluşunu beklemektedir. Bu nedenle, İstanbul için sürdürülebilir bir gıda tedarik sistemi / modeli tartışması bugün artık ertelenemez durumdadır.

Açıktır ki, tarım ve gıda sisteminde bir dönüşüm, ancak gıda demokrasisi ve gıda egemenliğinin gerçekleşmesi yönünde makro bir hedefin konulması küçük ölçekli üreticinin desteklenmesi ve mümkün olduğunca geniş bir bakış açısı ile birçok toplumsal aktörün sürece dahil edilmesi ve ilgili diğer politikaların paralel olarak toplumsal katılımcılık mekanizmaları da dahil edilerek dönüştürülmesiyle mümkün olur.

Sürdürülebilirliği, toplumsal yararı ve doğanın haklarını gözeten kentsel gıda uygulamaları aşamalı olarak ve uzun zamana yayılmış şekilde birçok toplumsal aktörün çabasıyla projeler, inisiyatifler veya politikalar aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Bu uygulamalar belirli durumlarda yerel yönetimlerin belli bir amaçla uyguladığı politikalar aracılığıyla hayata geçirilirken, bazen küresel dinamiklerin etkisiyle yerel yönetimlerin yerel sivil toplum girişimleriyle yaptıkları işbirliği sonucu küyerel (küresel-yerel) bir politik tavır ve eylem niteliği taşımaktadır.

Türkiye’deki ve İstanbul’daki örneklerin yanında dünyanın birçok kentinde, yerel yönetimler veya sivil girişimler gıda ve tarımla ilişkili konularla ilgili çeşitli çalışmalar yürütmekteler. Bu çalışmalar tek başına küresel ölçekte bir dönüşüm yaratacak güce sahip olmasa da tercih edilen yönde atılmış olumlu adımlar olarak yerel yönetimler, kolektif inisiyatifler ve sivil toplum örgütlerinin işbirliğini güçlendirerek, demokratik gıda modelleri ortaya çıkarabilir.

Abdullah Ghatasheh / Pexels

Üretici Pazarları Odağında Alternatifler ve Olanaklar

Gıdanın üreticisiyle tüketicisini bir araya getiren modellerin en temel etkisi gıda rejiminin demokratikleşmesidir. Küresel gıda rejiminin ve gıda tedarik zincirlerinin en dezavantajlı hale getirdiği zincirin ilk ve son halkalarını birleştirmek gıda güvenliği, gıda güvencesi ve egemenliği açısından önemli kazanımlar elde edilmesine imkan vermektedir. Üreticiden tüketiciye doğrudan pazarlama yöntemlerinin yaygınlaşmasının üreticiye, tüketiciye ve genel olarak toplumsal kalkınmaya olumlu etkileri olacağı aşikardır. Bu yöntemlerin, özellikle küçük ve orta ölçekli üreticilerin ürünlerini pazarlamaları için en kârlı alternatif olduğu örneklerle açık olarak görülmektedir.

Bunun ötesinde bu yöntemlerle daha iyi gelir elde edilmesinin tarımsal ekonomiyi canlandıran etkisi olacağı da açıktır. Tüketici açısından en önemli etkisi yerel gıda güvencesi ve güvenliği sağlanması olacaktır. Tüketicinin gıdaların üretim koşullarına dair bilgiye doğrudan erişebildiği bu temas toplumsal ilişkilerin yatay ve demokratik dönüşümüne de katkı sağlar.

Üretici ve tüketicinin karşı karşıya değil, yan yana ve bir araya geldiği anlar yeni toplumsal ilişkiler yoğurarak kolektiflik anlayışını geliştirir. Ortak akıl ve ortak çıkarların farkındalığını sağlar. Yerel gıda sistemlerinin üretilmesi gıda tedariğinin karbon salımını da azaltarak olumsuz çevresel etkileri en aza indirecektir. Üretici pazarları gibi üretici-tüketici arasındaki doğrudan pazarlama yöntemleri şehirlerin tüm gıda ihtiyaçlarını karşılayamasa da, yerel talebin bir bölümünü karşılayan ve kırsal yerel kalkınmayı destekleyen önemli bir alternatif olacaktır.

Üretici pazarlarının tüm gıda sistemi için kadının rolüne, konumuma ve istihdamına katkısı özel bir vurguyu gerektirmektedir. Toptancı hali içindeki komisyoncu ve tüccarlar ve semt pazarlarının pazarcı esnafının oluşturduğu hakim ilişkiler erkek egemen toplumsal yapı içinde şekillenmiş durumdadır. Bu çalışma boyunca Türkiye’nin farklı kentlerinde gıda tedariğinin farklı aşamalarında konumlanmış çeşitli aktörlerle yapılan görüşmeler, saha çalışması sırasında yapılan gözlemler göstermektedir ki, Türkiye’de erkek egemen bir gıda rejimi hakimdir. Üretici pazarlarının yaygınlaşmasıyla tüm gıda sisteminde kadınlarının rolünü ve konumunun güçleneceği, üretici pazarlarlarından başlayarak gıda tedariğinin diğer uğraklarını da eşitliklikçi ve özgürlükçü bir yönde dönüştüreceği açıkça görülmektedir.

İstanbul’un ihtiyacı olan tüm gıdanın kent içinden sağlanması mevcut koşullarda gerçekçi olmayabilir. Ancak, daha adil ve güvenilir bir gıda tedarik sistemi için kendine yeterlilik bir ilke olarak belirlenerek, kentin bu yönde kapasitesinin arttırılması için adımlar atılabilir. Bu doğrultuda atılacak ilk adım ekolojik varlıkların ve mevcut tarım alanlarının korunması olmalı. Mevcut tarım alanlarında ekolojik üretime geçilmesi için üreticilerin desteklenmesi, kent tarımı için uygun alanlar belirlenerek bu alanlarda tarımsal üretime yönelik eğitim ve uygulama çalışmalarının yapılması ve üreticilerin ürünlerini kendilerinin pazarlayabilmelerine olanak verecek, pazar alanları ve satış noktaları kurulması kentin kendine yeterlilik kapasitesini destekleyerek kent ölçeğinde gıda güvencesini arttıracak adımlar olacaktır.

Organik ürün pazarının genişlemesi ve sayıları her geçen gün artan tüketim kooperatifleri, İstanbullu tüketicilerin sağlıklı, besleyici ve ekolojik olarak üretilmiş ürünlere artan ilgisini göstermektedir. Gıda güvenliğine yönelik artan kaygılar, tüketici güvenini artıracak kamusal ve yerel politikaların eksikliğinde tüketicileri doğrudan üreticilerle bağlantı kurarak bir güven ilişkisi kurma arayışını itmekte. Bu da her geçen gün tüketici kooperatifleri, inisiyatifleri, alışveriş grupları, topluluk destekli tarım (TDT) grupları, katılımcı onay sistemleri gibi alternatifleri gibi yurttaş girişimlerinin yaygınlaşmasını sağlamakta, iklim değişikliği ile ilgili farkındalığın artması tüketicilerin gıda ürünlerini daha yakın mesafelerden tedarik etme niyetini arttırmaktadır.

Bölgedeki üreticiler kısa tedarik zincirine dayalı, güvenilir, sürdürülebilir, adil gıda üretiminin gelişmesi için hayata geçirilecek çabalara hem ihtiyaç duymakta hem de bu doğrultuda yürütülecek çabalara katılmaya istekli görünmektedir. İstanbul’da üretici pazarları ya da kooperatif satış mağazaları gibi alternati,

Üretici Pazarları Odağında Alternatifler ve Olanaklar

uygulamaların hayata geçirilmesinin, yalnızca İstanbul gıda tedarik sistemi bakımından değil başta Marmara Bölgesi olmak üzere tüm Türkiye’de etkili olabilecek bir değişim yaratmaya da imkân tanıyacağı söylenebilir.

Tüm bu olumlu etkilere ve kolektif iradeye rağmen geliştirilen modellerin sürdürülebilir uygulamasına dair çeşitli sorunlar ve tıkanıklıklarla karşılaşılması beklenebilir. Mevcut gıda tedarik sistemindeki yerleşik aktörlerin çıkarlarına ters düşecek değişikliklerin yapılması farklı direnç mekanizmaları tetikleyecektir. Gıda piyasasının rekabet yapısı üreticileri diğer aracılarla karşı karşıya getirecektir. Öne sürülen alternatiflerin hemen tamamında belediyelerin çeşitli destek sistemleri geliştirmeleri de önerilmektedir. Yukarıda sözü edilen aracı aktörlerin ve onların temsil edildiği örgütlerin bu desteklerin piyasa rekabetine uygun olmadığı gerekçesiyle muhalefet edecekleri beklenebilir. Oysa piyasa rekabeti, gıda tedarik rejiminin sürdürülebilirliği sorunu karşısında çok temelsiz bir argümandır. Ancak elbette gıda sisteminin sürdürülebilirliğini sağlayabilmek açısından uygulanabilir, spesifik, yapısal değişikliklere yapılan vurgu kadar, mümkün olduğunca kısa vadeli hedefler belirlemek de gerekmektedir.

Bu rapor kapsamında, tarım ve gıda alanında gıda egemenliğinin tesisi için öne çıkarılabilecek ve üzerinde daha fazla tartışma yürütülmesi gereken uygulamalardan bazıları şu şekilde saptanmıştır:

  •   Kamu satın alma uygulamalarını ekolojik üreticileri destekleyecek modellerle genişletmek;
  •   Kenti çevreleyen tarihi bostanların kaliteli gıda üretim merkezi olmasını ve yeni istihdam alanları yaratmasını sağlamak, yeniden bostan olarak kullanıma açmak;
  •  Kent çeperinde belediyeye ait arazilerin çiftçi olmaya karar vermiş topraksız gençlere tahsis ederek, onlara istihdam olanağı yaratmak;
  •  Yeni çiftçilere / çiftçi adaylarına ekolojik tarım prensipleri yönünde toprakta eğitim vermek,  Yerel ve çiftçi tohumlarının toprakta korunması, çoğaltılması ve İstanbul çevresi ve çeperindeki çiftçilere ekim için verilmesi;  Kentin içi, çeperi ve çevresini önceleyen ekolojik üretim prensiplerini benimsemiş çiftçi pazarları oluşturmak; Çocukların gıda ve tarım yoluyla eğitilmesi yönünde politikalar geliştirmek; bu yönde

çalışma yürüten sivil inisiyatifleri desteklemek; Üreticiler ve tüketiciler arasında, aracısız ve şeffaf bir ilişkiyi amaçlayan kooperatifleri, veya alı şveriş grupları gibi inisiyatifleri desteklemek, İstanbul çevresi ve çeperinde üretilen ekolojik gıda ürünlerini İstanbul’daki yiyecek-içecek sektörünce tanınması ve kullanılması yönünde desteklemek; Yerelde ekolojik yöntemlerle üretilmiş ürünlere dikkat çekmek ve bu ürünleri tanıtmak üzere festivaller düzenlemek, düzenlenmesine önayak olmak ve duyurmak; Sivil toplum, akademi, yerel yönetim, çiftçi ve tüketici örgütlerinden oluşan kentin gıda politikası ve yönelimini planlayan “Gıda Konseyi” oluşturmak; İstanbul çevresi ve çeperinden İstanbul kent merkezine gelen ekolojik üretilmiş ürünlerin kentteki farklı satış noktalarına ulaşmasından önce toplanması ve uygun koşullarda saklanabilmesi için bir soğuk hava deposu kurulmasının belediyece desteklenmesi raporun önerileri arasında yer almaktadır.

Ancak bütün bunların nasıl yapılacağı da ekolojik sürdürülebilirlik açısından, en az ne yapıldığı kadar önemli olacaktır. Zira, modelin sürdürülebilir olması için, sahiplenilebilir, gerçek ihtiyaçları karşılayabilir, katılımcı ve demokratik, küçük üreticiler başta olmak üzere, üretici ve tüketicilerin örgütlenme kapasitesine dayanan ve onu geliştiren, finansmanı için kamu kaynaklarını seferber eden bir modelin hayata geçirilmesi gerekir. Yurttaşların katılımını sağlayan demokratik, yatay ve siyasi iradenin değişimi sonrasında da işleyişini devam ettirecek mekanizmaların kurulması ve bu mekanizmaların şeffaf, ölçülebilir, denetlemeye açık biçimde şekillendirilmesi sağlanmalıdır.

İstanbul Nasıl Beslenir?: Üretici Pazarları Odağında Alternatifler ve Olanaklar