Açık Kürsü 13: Cemalettin Taşçı İle Açık Teknoloji ve Açık Toplum

Açık bilim, açık erişim, açık devlet, açık veri, açık teknoloji gibi kavramları uzmanlarıyla konuşacağımız Sertel Şıracı ile Açık Kürsü program serimizin 13. bölümünde Cemalettin N. Taşçı konuğumuz oldu ve sorularımızı yanıtladı. – Türkiye açık topluma ne kadar uzak veya ne kadar yakın?  – Kapalı toplumların teknolojik avantaj yaratmaları mümkün müdür?
– Fikri hak koruması teknolojik gelişmeyi mi, tekelleşmeyi mi destekliyor?

Sertel Şıracı: Herkese merhaba, Açık Veri ve Teknoloji Derneği’nin Açık Kürsü programına hoş geldiniz! Bildiğiniz gibi programımızda elimizden geldikçe açık verinin dijital külliyatını ortaya çıkartmaya çalışıyoruz ve videolarla bunu tamamlamaya uğraşıyoruz. Bugün yine bir başka konuyu ele alacağız. Açık teknolojiyi konuşmaya çalışacağız ve bugünkü konuğumuz da Sayın Cemalettin Taşçı. Hoş geldiniz Cemalettin Bey!
Cemalettin Taşçı: Hoş bulduk!
S. Şıracı: Davetimizi kırmayıp geldiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. Sizi tanıyanlar biliyorlar, internette de birçok videonuz da var. Konuşacağımız konularla ilgili birçok kıymetli bilgiler de söz konusu. Açık teknolojiyi biraz Türkiye bağlamında da konuşarak başlayalım dilerseniz. Türkiye’nin biraz da tarihsel gelişimine baktığımızda bu açık veri toplumuna biz ne kadar yakınız ya da çok mu uzaktayız neresindeyiz diye sorarak başlıyayım sohbetimize.
C. Taşçı: Ben şimdi her yerde anlattığım bir anekdotla başlayacağım izin verirsen. 1980lerin başıydı, ben toy bir delikanlı olarak ODTÜ’de Çitosan ile bir proje yürütüyor idik. En kıdemsiz unsuru bendim, öğrenci asistandım. Çitosan ile bir toplantı yapacağız. Anlaşma yapılmıştı işte imzalanacak genel müdür imzalayacak genel müdür bizi tanımak istemiş. Gittik, neyse böyle çok beyefendi bir genel müdür geldi toplantıya ve ne yapmaya çalıştığımızı sordu. Bizde işte anlattık, iş değerlemesi yapacağız. Nasıl yapacağız işçilere işlerini, zorluklarını soracağız, veri toplayacağız sonra bunları analiz edeceğiz filan falan. Siz Türkiye’deki ilk bilgisayarın nerede kurulduğunu biliyor musunuz, dedi. Grupta hiç kimseden ses çıkmadı.
En toy ve en kıdemsiz ben olduğum halde cevap vermek zorunda kaldım. Karayollarında kuruldu dedim. Peki bu size hiç tuhaf gelmiyor mu dedi. Ben oraya kadar hiç düşünmemiştim. Niye karayollarında kuruluyor Türkiye’nin ilk bilgisayarı diye. Yani devlet istatistik var, büyük üniversiteler var, devlet planlama var. Yani birçok başka kurum var. Normalde ilk bilgisayara kurulması gereken niye karayollarında kuruldu ?
Şimdi bizim cevap veremediğimizi görünce dedi ki biz Amerikalılarla işbirliği yapmaya başladığımız zaman Amerikalılar devletin resmi verilerine baktılar ve o verilere bakıldığı zaman Türkiye’nin acından ölüyor olması gerekiyor. Fakat Türkiye’de gezip gördüklerinin aynı tablo öyle çok müreffeh bir ülke değil ama öyle acından ölüyor gibi de değil. Türkiye’nin gerçek röntgeni çekebilmek için her şeyi denediler beceremediler. Sonunda şunu fark ettiler, muhtemelen dünyanın başka yerlerinde de bildikleri şey bu. Köylüye gidip de senin kaç koyunun var, kaç tavuğun var dediğinde köylü işte 10 tavuk varsa 3 diyor. Çünkü devletle ilişkisi böyle. Yani kendisinden bilgi toplamaya çalışanlarla ilişkisi böyle. O bilginin karar için ne kadar önemli olduğunu biliyor. O bilgiye sahip olanın kimi nasıl manipüle edeceğini de biliyor ve dolayısıyla o bilgi üzerindeki gücünü kullanarak devleti maniple ediyor. Devlet de topluma böyle davranıyor zaten.
Amerikalıların yaptığı şey şu; diyor ki mesela biz diyor Eskişehir’den Afyon’a yol yapacağız. Bu yolu nereden geçireceğimize karar vereceğiz. Onun için bilgi topluyoruz diyorlar. O zaman şimdi köylü ahaliden doğru veri vermeye başlıyor yani. Çünkü yol işte oradan geçerse efendim işte tavuğunu hem Afyon’a hem Eskişehir’e yumurtasını pazarlayabilecek ve birdenbire doğru veri vermeye başlıyor. Bu sebeple karayolları kuruldu ve bilgisayar da bu sebeple geldi. Hikaye doğrudur, yanlıştır bunu bilmem ama Türkiye’nin realitesine çok oturuyor olduğu konusunda herhalde hem fikiriz yani. Türkiye’de herkes veriye sahip olmanın ne manaya geldiğini bilir, verinin ne kadar mühim bir şey olduğunu da bilir ve bunun ne kadarını açacağı konusunda da çok ciddi bir sağduyu sahibidir. Yani karşılıklı olarak devletle toplum böyle bir maç yaparlar.

Şimdi bu soru çerçevesinde mevzuya böyle girdikten sonra şunu söylemek gerekiyor: Her verinin herkes tarafından biliniyor olmasını istemeyiz zaten. Öyle değil mi yani? Eşinizi aldatıyorsanız bilinmesini istemezsiniz. Belki bilmemesi de herkesin de menfaatinedir ilaveten. Belki eşiniz bunu bilirse evliliği yürütemeyecektir, bu sefer işte çocuklarınız anasız, babasız ya da ayrı ebeveynler elinde büyüyecektir filan falan. Kimse bilmezse bu işi kimsenin gönlü yaralanmadan yürütmek mümkün olabilir. Şimdi temel soru demek kimin neyi bilmesi yani, hangi bilgi, ne kadar açılacak vesaire konusunda bir kıyamet kopuyor ve ilaveten hani Türkiye bu anlamda dünyadan da çok kopuk bir ülke değil. Dünyada genel trendlerin Türkiye’de etkilediğini düşünüyorum.

E biz şimdi bazı verilerin, daha doğrusu genel olarak verilerin paylaşımı konusunda sıkıntılı olduğunu söylediğimiz toplumda ama aynı zamanda şundan da şikayetçiyiz bir yandan. Çok röntgenci ve hatta röntgenlenmeye de çok teşne bir toplum da geliyor diye şikayet ediyoruz, öyle değil mi yani? Sonuçta şimdi ben kullanmıyorum ama bu instagramlar şunlar bunlar bizim bilmemiz gerekmeyen bilgileri, verileri bizimle paylaşma hevesinde olan insanların ortamları olarak görünüyorlar. Dolayısıyla bu dünya trendi, bu trendin Türkiye’de de karşılığı olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de bu anlamda değişiyor diye düşünüyorum. Böyle baktığımız zaman bunun çok şık göstergeleri var. Youtube’a giriyorsunuz işte ben şu yazılımı kullanırken şöyle bir sıkıntıyla karşılaştım bunu nasıl çözeceğim diye soruyorsunuz. Yüz kişi video çekmiş, üşenmemiş hiçbir beklentisi olmadan yüklemiş.

Güncele bağlayacak olursak Türkiye’de devlet bizi corona virüs konusunda dolandırdı. Geçen hafta biliyorsunuz Sağlık Bakanı işte itiraf gibi bir açıklama yaptı. Dünya Sağlık Örgütü’nün standartları çerçevesinde biz bu 50 bini ilan ettik ama aslında bu standartların dışında bir 50 bin daha kaybettik. Ilaveten de sağlık sistemi çöküşleri ile 50 binden fazla daha kaybımız var türü bir açıklama yaptı ve devlet bizden bu bilgileri saklıyor iken Almanya’da yaşayan bir Türk bambaşka bir mesleği olan genç bir çocuk, aylardır fazla ölüm istatistiklerinin derleyip yayınlamaya çalışıyordu ve onun program projeksiyonlarına göre işte pandeminin başından bu yana 158den fazla ölüm var yani. Dolayısıyla bakanın açıklamalarıyla çocuğun derlediği veriler toplandı, denkleşti. Beni burada ilgilendiriyor olan yani şimdi bambaşka işi gücü olan birileri pekala Türkiye’de işte bu bilgiyi derleyip bunu derlemek için olağanüstü mesai harcayıp hepimizle paylaşmaya çalışıyor. Bunlar da oluyor yani. Demeye çalıştığım Türkiye’de böyle ne kadar uzağız, ne kadar yakınız siz karar verin. Bir yandan birbirimizi dolandırıyoruz ama bir yandan da içimizden birilerini verileri açmak için de ciddi bir çaba harcıyor. Yani bütün dünyada olduğu gibi.

S. Şıracı: Evet konu teknolojiye gelince biraz önce siz de güncelden de tabii örnekler verdiniz. Nitekim gerçekten de istatistik olarak Türkiye sosyal medya kullanımında, video fotoğraf paylaşımında liderlikleri olan da bir ülke. Bu noktada dediğimiz gibi yani bir teknoloji ile bağışıklık durumu da söz konusu. Ama belki de hayatımızı paylaşma reflekslerimizi başka şeyler tetikliyor. Bu noktada aslında güncel teknoloji de getirdiğimizde konuyu son günlerde çok fazla yapay zeka teknolojilerine vesaire konuşuyoruz ama bir yandan da şu da konuşulan bir konu işte sürekli dernek tarafından yaptığımız etkinliklerde de onların söylediği aslında çok da açık veri yok ve açık veri olmadıkça da biz bir gelişim sağlayamıyoruz. Ne makinalara gerekli verileri verebilir, öğrenim sağlıyoruz. Bu noktada sadece Türkiye’nin meselesinden konuşuyor değiliz ama burada yapay zekayı daha iyi eğitebilmek için bugün ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Burada kapalı toplum açık toplum noktasında bize sağlayabileceği avantajlar söz konusu mu?

C. Taşçı: Yapay zeka konusu yani soruyu bu şekilde ele alacak olursak hiç şüphesi yok ki sonuçta açık toplumlar teknolojik olarak atılım yapmakta son derece avantajlılar. Yani ben hep aynı mukayeseyi yapıyorum. Yani dünyanın üzerine çöküyor olduğu iddia eden bir Çin var. Pozitif veya negatif vurgular ile. Ben Çin’in bu anlamda yani çok da ciddi teknolojik zıplamalar yapıyor olduğu halde Çin’in bu anlamda dünya için ciddi bir gelecek sağlamadığını düşünüyorum ve buna referans olarak şunu gösteriyorum. Yani Sovyetler Birliği de mesela uzay yarışında teknolojik olarak ABD’nin önüne geçmişti ama orada sıkıntı şuydu; o teknolojik gelişme sadece o teknolojik gelişmeyi sağlamak amacıyla bir araya getirilmiş dar bir heyetin tekelinde kalmış idi ve bu Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Batı’nın o teknolojiler geliştirirken aya yolculuk yapılırken elde edilmiş olan bilginin topluma ve ekonomiye difüzyonunu sağladığı faydayı Sovyetler Birliği’nde sağlamadılar. Dolayısıyla o teknolojinin yeniden kendisini üretmesi için gerekiyor olan şeyler orada üretilemedi ve çok kısa bir süre sonra Sovyetler Birliği uzay yarışında açık ara öne geçmiş olduğu halde diğer bütün teknolojik alanlarda geri kaldı. Buna mukabil Batı dünyası, o uzay yarışında elde etmiş olan teknolojik sıçramalardan başka alanlarda, yani şimdi kullandığımız internet vesaire filan falan da onun by product’ıyani onun yarı ürünü. Dolayısıyla bu faydaları üretebiliyor olması toplumun açık olmasının ürünüdür.

Burada bu açık toplum meselesinde yani zaten çok önemli bulduğum ve vurgulamak istediğim bir mevzu var ona ona geleyim. Yani şimdi mesele sadece verinin açık olması değil, bilgi işlemin dağıtık olması. Bu şu manada söylüyorum. Yani bir bilginin dağıtık olması teknik olarak bir manaya geliyor da bunun dışında daha idari olarak şöyle bir şeyden söz ediyorum. Ben yüksek lisans tezinin bilgi sistemleri konusunda yaptım. Bir başlarken kafamdaki model şuydu, yani diyelim ki ben tezimi TÜLOMSAŞ’ta yaptım. Orada diyelim ki hangi malzemeden ne kadar sipariş edilecek, ne zaman sipariş edilecek, neler sipariş edilecek, hangi tezgahta, ne zaman, ne üretilecek, hangi imalat yapılacak vesaire gibi kararların bir tane doğru çözümü var. Bana verilmiş olan endüstri mühendisliği eğitiminin zımnen söylediği şey buydu.

Yani buradaki temel mesele doğru bilginin toplanması, derlenmesi ve doğru olarak şimdi işlenmesi idi. Tezimi bitirdiğim zaman meselenin böyle olmadığını idrak etmiş idim. yani teze başlarken ki ben ile tezi bitirdiğim zaman ki ben arasında 180 derece farklı oldu. Mesele şu her yöneticinin aynı veri setinde çıkarabileceği sonuçlar bambaşkadır. Bizde kapalı toplum yani mesele sadece veri setinin açık olmasından kaynaklanmıyor. Kapalılık sadece buradan kaynaklanmıyor. Kapalılığın bir boyutu da şu bize deniyor ki yani bizim zımnen kabul ettiğimiz kabul şu ki, eğer aynı veri seti benzer eğitimlerden geçmiş insanların tamamını açılırsa hepsi aynı karar verir.

Bunların bir tanesi doğrudur. bize bu işte bugünlerde yapılıyor olan sınav sistemini vs falan falan da örtülü olarak öğrettiği şey bu galiba. Bir tane doğru vardır. Atıyorum şimdi aynı data setine açtığımız zaman ve işte bu data seti şunu gösteriyorsa Türkiye’de diyelim ki süt üretimi arz ve talep arasında bir kalıcı dengesizlik oluşmuş. Bu data seti bunu gösteriyor. Bu data setine bakan falanca Tarım Bakanlığı müsteşarı diyelim ki çiftçinin bir vasi edilmesi gerektiğine karar vermişse o adam müsteşar olmasaydı da falanca kadın müsteşar olsaydı o da aynı kararı verecekti gibi bir varsayımımız var. Halbuki öyle olmayabilir.

O aynı data setine baktığında pekala ithalat kararı verebilir. Bizim ıskaladığımız hususlardan bir tanesi şu her karar faydası ve maliyeti vardır. Faydadan hali sadece zarar olan kararlar olmadığı gibi zarardan aii kararlar da yok. Her kararın bir maliyeti vardır. Yani siz şimdi çiftçiyi vasil bahsettiğiniz zaman bu şu manaya gelir, o amaçla seferber ettiğiniz kaynakları bir yerlerden çekiyorsunuz demektir. Halbuki ben ithalat izni veririm, o kaynaklarla süt hayvanın neslinin ıslahı için bir yatırım yaparım ve 5 yıl sonra o yatırımı sonrasında sübvanse etmeden ve ithalat yapmadan süt üretimini artırmanın bir yolu bulma ihtimalim olur. Ama bunlar ihtimal ve bu ihtimallere. yatırım yapacak farklı farklı zihinlere ihtiyacımız var. Farklı ihtimallere farklı yatırım yapacak farklı zihinlere ihtiyacımız var.

Bizde sıkıntı galiba sadece verinin kapalı olmasından kaynaklanmıyor da bu data işlemenin merkezileşmesi konusunda ki şehvetten kaynaklanıyor gibi bir kanaatim de var. Hani sizin sorunuzun cevabı mı bu tam olarak bilemedim ama toplumu kapalılığı bence biraz yani zamanın Sovyetler Birliğinin kapalılığı dataya erişemiyor olmaktan kaynaklanmıyordu sadece zaten o datanın işlenmesi sonucunda ortaya çıkması gereken neyse, bunu neredeyse ideolojik bir otomatiğe bağlanabilir kanaatinden kaynaklanır. Şimdiki Çin’in durumu da bu. Dolayısıyla Çin’e ve dünyanın bir çok teknolojik alanında çok ciddi yatırımlar yapabilir ama bunların topluma difüzyonu ve işte buradan insanlığa reel faydalar üretmesi konusunda çok katkı yapamayacağını düşünüyorum.

Bu konunun Batı’da daha ihtimal dahilinde olmuştur. Türkiye’nin de behemehâl bu konuda daha açık olması gerek. Bizim mevcut şartlarımız da çok kolay görünmüyor. Datayı açmak daha kolay, bunu yapmak daha zor çünkü gördüğüm kadarıyla özellikle benim neslimde yani bir optimum kararın olmadığını idrak etmek, kabul etmek çok çok teşkilatlı bir şey. Yani benim neslim buna anlayabilecek gibi görünmüyor. Belki bizi tasfiye olduktan sonra yeni nesil sizler belki bu anlamda daha açık olabilirsiniz, belki de daha açıksınızdır onu da bilmiyorum yani.

S. Şıracı: Evet, tabii biz bu tip teknoloji ve bir karşılaştırma konusuna geldiğimizde genellikle de şöyle bir duruma da tartışmamız gereken başka başta genellikle bu fikri mülkiyet gibi koruyucu hakların teknoloji karşısındaki durumunu da sürekli ele alıyoruz. Yani bu bir fikri hak koruma sistemleri teknoloji geliştirir mi yoksa ve tekelleşmeye yol açacak ve işte veya devamında da bir açık lisanslama bu paydaş ve paylaşma noktasında bu açık teknolojiye doğru açık lisansa doğru geçiş üretim sistemi nasıl geçeriz diye de geldi. Temel tartışmamız var burada da sizin görüşlerinizi merak ediyorum.
C. Taşcı: Bu konuda diğer konular gibi sonuçta çok karmaşık bir konu. Yani öyle bir toplumsal mekanizma vardır ki, yani toplum böyle örgütlenmiştir ki, öyle örgütlenmiş olan toplumda fikri hakların korunmasına ve daha çok önem verildiği durumda fayda daha çok çıkar. Ama toplum öyle örgütlenmiştir ki o toplumda da fikri haklar gelişmeyi baltalar. Demek istediğim bu karmaşık kompleks bir sistem ama ana hatları itibariyle benim bu konudaki yaklaşımım şu; Şimdi ben tırnak içinde hani beni kendine bir herhangi bir şekilde tarif etmem bir tarif edenler genel olarak bir liberal olarak tarif ediyorlar ve fakat yani işte o bir liberal olarak baktığımız zaman bile benim açımdan tablo şu: Bizim bugün kullanıyor olduğumuz ve işte üzerinde fikri mülkiyet tartışması yapılıyor olan birçok şey.
Yani bu işte sosyal medya platformları ve veya aşı yani yakın dönemde yaşadığımız aşı. Bunların hiçbirisi aslında bunları üretenler tarafında geliştirilmiş değil. Yani Bill Gates’i Bill Gates yapan… Ben uzun süredir Bil Gates efsanesiyle dövüşüyorum. Yani gazetelerde yazdım ve durmadan bende böyle çekememezlik olduğu filan iddiası ile karşılaştım. Öyle bir efsane yaratıldı. Mesela Bill Gates teknolojinin gelişimini ciddi ölçüde yavaşlattı. Yani siz hatırlamazsınız siz yaşamadınız, biz yaşadık. Biz 80 kolonluk satırlarla komut yazarak bilgisayar kullanmak zorunda kaldık. Onlarca yıl sadece Bill Gates Apple’ın yaptığını yapmayı beceremedi diye. Ve şimdi yaratılan Bill Gates efsanesi sadece ortaya çıkmış olan zenginlik üzerinden. Adam çok zengindi ama yani biz biliyoruz ki Ibm eğer asıl ulaşmak istediği yazılımcıya ulaşabilseydi Bill Gates diye bir adam olmayacaktı.
Yani Bill Gates’in KnowHow’ı veya katkısı ve şu su bu su değil IBM’ın verdiği karar.IBM sonuçta o dönem dünyaya hem Pentagon’dan ciddi miktarda kaynak transfer eden bir kuruluş.
Microsoft Bill Gates’e borçluymuş veya işte şimdi aşıyı geliştiren Alman ya da Türk bilim insanları sanki kullandıkları her şeyi kendileri yapmışlar falan. Böyle bir takım hikayeler anlatılıyor, böyle değil olay. Kamu kaynaklarıyla yapılıyor bunların çok büyük bir bölümü ve bu kamu kaynaklarının payının kamuya dönmesi gerekir.
Yani bunların hangisi gelişmeyi sağları geçelim. Adil bir bölüşüm için bile sonuçta bunun Google o yapan bir ekosistem yani internet olmasa sen Google’ı yapacaksın diye ortaya çıksa ne olacak? Ya da dünyada bu kadar bilgisayar olması. Hepimiz bilgisayara bu kadar kolay ulaşılabilir olmasak sen Google yapsan ne olacak yani? Dolayısıyla bu ekosistemin hissesinin kamuya ödenmesi gerektiğini düşünüyorum başından itibaren. Bu anlamda da bizim konumuzla alakalı değil ama galiba süremiz doldu, kapatırken şunu söyleyeyim evrensel temel geliri biraz da buna yadsıyarak kazandığınızın bir kısmını maaş olarak verin, bizi yormayın diyorum yani.
S. Şıracı: Evet teşekkürler hocam. Yani tabi biraz Türkiye’den başladık Bill Gates’e kadar erişmiş olduk bu açık veri toplumu meselesinde. Katkılarınız için çok teşekkür ediyoruz. Son söyleyecekleriniz varsa dinlemekten mutluluk duyarız.
C. Taşçı: Hepimiz aynı havayı soluyoruz yani Bill Gates de biz de. Sonuçta dünya çok istesek de istemesek de çok küresel bir şey. Bu hale gelmiş durumda. Bununla dövüşmenin bir manası yok, daha adil ve daha yaratıcı bir dünya için ne yapabiliriz diye düşünmek gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla Türkiye’den başlayıp Bill Gates’e ise ulaşmak kimseyi yadırgatmasın. Yani zaten kimseyi yadırgattığını da düşünmüyorum da. Ben teşekkür ederim, umarım işe yarar bir şeyler çıkmıştır.
S. Şıracı: Çok teşekkür ederiz. Evet sayın dinleyenler bir başka programımızın daha sonuna geldik. Yine açık kürsümüzde açık veri ile ilgili konuları ele almaya devam edeceğiz. Bir başka programda tekrar görüşmek üzere.