Köle düzeni-çocuk işçiliğini anlamak

Nitelikli eğitim açısından tartışılması kritik konuları verilerle değerlendirdiğimiz yazı dizimiz Etraflıca’nın ilk bölümünde çocuk işçiliğini ele aldık. Söz bu kez de çocuk işçiliği konusunda çalışmalar yapan diğer çocuk hakları savunucularının: Pınar Uyan-Semerci ve Emre Erdoğan, çocukların çalışmasını meşru gören ve hatta teşvik eden görünmez uzlaşının bozulabilmesi için çocuk işçiliğin nasıl sorunşallaştırıldığına bakmak gerektiğini vurguluyor. Uyan-Semerci ve Erdoğan, geçmişten günümüze çocuk ve çocukluk algısını sorgulayarak bu algının çocuk işçiliğini nasıl sorunsallaştırdığını ERG Blog’a yazdı.

Prof. Dr. Pınar Uyan-Semerci
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi

Prof. Dr. Emre Erdoğan
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi

Türkiye’de çocuk işçiliği sorununun varlığı, nedenleri ve zararları konusunda çok sayıda araştırma var. Çocuk işçiliğini önlemek için, eksikleri olsa da yasal bir alt yapı da bulunuyor. Ancak buna karşın, Çocuk İşçiliği Sorunu Neden Çözülemiyor? başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi ebeveynlerin, işverenlerin, bürokratların, kamunun ve tüm kamuoyunun tarafı olduğu, çocukların çalışmasını meşrulaştıran hatta teşvik eden görünmez bir uzlaşı çocuk işçiliğinin devam etmesini mümkün kılıyor. Bu uzlaşmanın bozulabilmesi için çocuk işçiliği sorununun sıfır noktasına, yani nasıl sorunsallaştırıldığına ve çocuk işçiliğinin nasıl algılandığına bakmamız gerekiyor.

Herhangi bir konuda aşılması gereken bir zorluğu “sorun” olarak tanımlayabiliriz; genelde de politikalar bu zorluğun nasıl aşılabileceğine ve çözülebileceğine odaklanır. Öte yandan herhangi bir sorun kendiliğinden var olmaz; bir durumun zorluk olduğu konusunda akademiden siyasal alana, medyadan kamuoyuna uzanan geniş bir yelpazede minimum bir uzlaşma gerekir. İşte bu sorunsallaşmaya odaklanmak, bir durumun çözülmesi gereken bir sorun olduğuna dair uzlaşmanın nasıl oluştuğunu anlamamızı sağlar. Bu açıdan da bizi sorunun nasıl kavramsallaştırıldığına, sıfır noktasına götürür. Çocuk işçiliğinin nasıl sorunsallaştırıldığını ve çocuk işçiliğine dair algının nasıl oluştuğunu anlayabilirsek, bu konudaki negatif uzlaşmayı mümkün kılan etkenleri de anlayabiliriz.

Aydınlanma Çağı’yla inşa edilmeye başlanan çocukluk kavramı 

Baştan başlayalım; “çocukluk” çok eski bir kavram değil. Tabii ki insanların varoluşundan beri çocuklar var, hepimiz yaşamımızın bir döneminde çocuk oluyoruz. Ancak “çocukluk” kavramı Aydınlanma Çağı sonrasında inşa edilmiş bir kavram. Bu döneme kadar çocuklar, gelişmekte olan yetişkinler olarak görülüyordu. Kendilerine ait öncelikleri ya da ihtiyaçları olan ayrı bir sosyal kategoriden ziyade minyatür yetişkinler olarak resmediliyordu; zapt edilmesi ve biçim verilmesi gereken varlıklar olarak algılanıyorlardı. Aydınlanma Çağı’yla beraber çocuk “ihtimam” gösterilmesi gereken ayrı bir varlık olarak tanımlanmaya başlandı. Aydınlanma ve sanayileşmeyle birlikte eğitim yaygınlaşınca ebeveyn dünyasıyla çocukların dünyası iki ayrı dünyaya dönüştü. Bu ayrışmanın da sınıfsal bir boyutu var elbette, alt sınıfların çocuklarının dünyası hâlâ yetişkin dünyasının bir alt kümesi. Yine aynı dönemde çocukluk, yetişkinliğe doğru bir dizi psikolojik gelişim aşaması olarak tanımlanıyor ve çocuğun gelişimi, nasıl bir yetişkin olacağını belirleyen bir süreç olarak algılanıyor; açıkça yetişkin merkezli bu bakış açısını psikoloji biliminin bir zaferi olarak tanımlayan çok. Modernleşmeyle birlikte bu çocukluk kavramı diğer coğrafyalarda da kabul görse de dünyada çocuk olabilmenin mümkün olmadığı coğrafyalar var.

“Çocuğun kendine ait öncelikleri olabileceği fikri yok sayılıyor”

Çocukların ayrı bir kategori olarak tanımlandığı hukuki metinlere de aynı dönemde rastlamaya başlıyoruz; amaç, çocuğu öncelikle aileden korumak. 20. yüzyılın başına kadar çocuklar ailenin bir mülkü olarak görülürken ve “iyi olma hâli” tamamıyla ebeveynlere, daha doğrusu babaya bırakılmışken 20. yüzyılla birlikte devlet ve kanun koyucu ailenin bu özel alanına müdahil olmaya başlıyor. Özellikle ABD’de, çocuğa kötü muameleyi yasaklayan, okula devamı zorunlu kılan ve çocuğu korumayı amaçlayan bir dizi yasal düzenleme yapılıyor ve kurumlar kuruluyor. “İlerici” dönemin bu iyi niyetli adımları özellikle yoksul ve göçmen aileleri hedefliyor çünkü yöneticiler bu ebeveynlerin “iyi Amerikan vatandaşları” yetiştirme kapasitesinden yoksun olduğu kanısına sahip. Çocuğun iyi olma hâli, devletin ya da ailenin gözetimine bırakılırken çocuğun kendine ait çıkarları ve öncelikleri olabileceği fikri yok sayılıyor.[1]

Yetişkinlerin çocukları toplumun çıkarları için de olsa koruma çabaları geride bıraktığımız yüzyıldaki bir dizi uluslararası sözleşmede de somutlaşıyor. Milletler Cemiyeti’nin 1924 yılındaki “Çocuk Hakları Bildirgesi” bu konudaki ilk adımı ve 1959’da Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen “Çocuk Hakları Bildirgesi” metninin de temelini oluşturuyor.[2] 1959 yılındaki bildirge çocuğu ayrımcılık ve kötü muameleden korumayı amaçlarken çok sayıda politikaya yön veren bir metin olarak övülmeye değer. Yine de çocuğun bağımsız hakları olan bir birey olarak tanımlanabilmesi için 1989 yılını ve Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin kabul edilmesini beklememiz gerekti.[3]

Çocuk işçiliği kavramının ve nasıl sorunlaştırıldığının tarihi

Çocukların çalışmasını engellemeyi amaçlayan bir dizi düzenleme de aynı yolu takip ediyor. Daha 1800’lerin ilk yarısında İngiltere’de bu konuda ilk adımlar atılmışken, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 1919 yılında kurulur kurulmaz bu konuya el atarak, 1973 tarihli 138 sayılı sözleşme ve 1999 tarihli 182 sayılı sözleşmeyle tüm çocukların, çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinden korunması gerektiğini kabul ettiriyor. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ise 18 yaş altındaki tüm bireyleri çocuk olarak tanımlıyor ve çocukların evrensel olarak tanımlanan haklarına erişmesini engelleyecek her türlü çalışmadan korunması gerektiğini belirtiyor.

Ülkemize bakacak olursak; Türkiye, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni bazı şerhler koyarak 1999’da, ILO’nun 182 sayılı sözleşmesini 2001’de kabul edip uygulamaya koyuyor. 2003 tarihli İş Kanunu çocuk işçiliğiyle mücadelede çerçeve kanunu oluşturuyor. Ancak öncesinde ILO tarafından uygulanan Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı’na 1992’de dahil olan Türkiye, 2001’e kadar olan sürede devlet kurumları, sivil toplum kuruluşları ve akademinin de dahil olmasıyla çok sayıda çalışma yürütüyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın koordinasyonunda “Çocuk İşçiliği İle Mücadele Ulusal Programı, 2017-2023” mücadelede çerçeve programı oluşturuyor. AB, ILO ve UNICEF gibi uluslararası kuruluşların desteğiyle de etkin politikalar geliştirilmeye çalışılıyor.

Çocukların çalışmasının yarattığı risklerin yaşam hakkı başta olmak üzere çocukların en temel hakları olan eğitim ve oyun hakkına erişimlerini engelleyebileceği, özetle çocuk işçiliğinin çocukların sağlıklı gelişmelerine ve çocukluklarını yaşamalarına olanak vermeyeceği görüşü şekilleniyor. Görüldüğü üzere tıpkı çocukluk gibi çocuk işçiliği de görece yeni bir kavram. “Çocukların çalışmasının hem kendileri hem de toplum için kötü bir şey olduğu” şeklinde bir sorunsallaştırmanın merkez ülkelerden çevre ülkelere uluslararası sözleşmelerle, ülkelerdeyse devletten topluma yasal düzenlemeler yoluyla yaygınlaştığını görüyoruz. Sivil toplumun ve akademinin konuya dahil olması da bu yaygınlaşma sürecinde mümkün oluyor.

“Çocuk işçiliği hâlâ çözülememişse bilişsel kabullerimizi sorgulamak gerekiyor” 

“Çocuğun ihtimam gösterilmesi gereken ayrı bir kategori oluşturduğu ve görevin siyasal otoriteye düştüğü” kabulü, sorunla mücadeleye yönelik politikaların ister istemez yasal düzenlemeler, teftişler ve cezalar çerçevesinden oluşturulmasına yol açıyor. Zaten çocuk işçiliğinin coğrafi dağılımı, çok farklı biçimlerinin var olması ve en önemlisi toplumda bu sorun hakkında farkındalığın düşük olması nedeniyle mücadelede devletten ve onun yaptırım gücünden bağımsız bir yöntem düşlemek kolay olmuyor.

Şu noktada yaratıcı bir yıkıcılığa ihtiyacımız var. Eğer çocuk işçiliğinin kötü bir şey olduğu konusunda uluslararası bir uzlaşma olmasa ve devletler bu uzlaşmayı takiben çocuk çalıştırmayı yasaklayacak yasal düzenlemeler yapmasa ne olurdu? Yasalarla çizdiğimiz bu çerçeve ve geliştirdiğimiz politikalar kaç çocuğun çalışmasına engel oldu ve kaç çocuğu olması gereken yerde, yani okulda ve oyun alanlarında tutabildik? Bu soruların amacı şu ana kadar harcanan çabayı küçümsemek değil; bu çabaların sonucunda tek bir çocuk bile eğitime devam edebilmiş, çocuk işçiliğini bırakmışsa, harcanan çabaya değer. Dünyada ve Türkiye’de önemli kazanımlar da elde edilmiş durumda. Ancak 2022 yılında hâlâ çocuk işçiliği tamamen çözülememişse bazı bilişsel kabullerimizi de kökten sorgulamamız faydalı olabilir.

Sorulması gereken ilk soru çocukluktan ne anlıyoruz?

Öncelikle basit bir dizi soruyla başlayalım: Çocukluktan ne anlıyoruz? Kim çocuk? Kim çocuk değil? Hangi ailede, hangi ülkede, hangi şehirde, şehrin hangi mahallesinde bir çocuk düşünüyoruz? Bu “çocuk olma” deneyimlerini düşündüğümüzde, çizmeye başladığımız resimler arasındaki farklar bizi rahatsız ediyor mu? Cinsiyet, toplumsal cinsiyet rolleri çocuk algımızı ne derecede etkiliyor? Çocuktan beklentimiz ne? Ailesine, vatana, millete hayırlı bir evlat olması mı, yoksa kendi ayakları üzerinde durabilmesi mi? Sportif, akademik ve kültürel başarılara mı imza atmasını bekliyoruz yoksa mutlu olmasını mı?

Daha iyi yaşam koşullarını erişilebilir kılmayı her çocuk için istiyor muyuz?

Öte yandan hukuki metinlerin üzerinde uzlaşıldığını varsaydığı temel kavramlar, örneğin “çocuğun üstün yararını gözetmek” ne demek? Çocuk haklarının her bir çocuk için erişilebilir olmasını sağlamak ne demek? Evrensel haklar desek de aslında bu hakları farklı kriterle mi değerlendiriyoruz? Daha iyi yaşam koşullarını erişilebilir kılmayı sadece kendi çocuklarımız için değil, her bir çocuk için istiyor muyuz? Yoksa dillendirilmeyen bir çifte standart mı var?[4]

Hem kişisel deneyimlerimiz hem de yaptığımız saha araştırmaları bu sorulara verilebilecek onlarca farklı yanıtın bulunduğunu ve bu yanıtların büyük çoğunluğunun idealize ettiğimiz çocukluk tanımından çok farklı bir yerde olduğunu gösteriyor. Çocukluk kavramsallaştırması ailenin eğitim ve gelir düzeyi, yaşadığı coğrafi bölge, kentte yaşıyorsa yaşadığı mahalle ve benzeri birçok faktörden etkileniyor hâliyle. Çocuk işçiliğiyle mücadele eden yasal düzenlemeleri yapanların tanımladıkları çocukluk ile sıradan insanın çocukluk tanımı arasında büyük farklar var. Aslında ulusal eğitim sisteminin ve bir çocuk politikası olmasının amaçlarından biri de “çocuk kimdir?” sorusuna verebileceğimiz standart bir yanıtın olabilmesi ancak ebeveynleri ve tüm yetişkinleri de bu eğitimin kapsamına almadığınız sürece bu standart yanıtın oluşturulması neredeyse imkânsız.

Toplumsallaşma araçları çocuk algısını nasıl etkiliyor?

Çocukluk nedir sorusunda uzlaşamadığımız kesin. Peki insanların algılarının oluşmasında hayati önem taşıyan toplumsallaşma araçları bu konuda ne yapıyor? Örneğin medyada çocuklar nasıl temsil ediliyor? Çocukların çalışması nasıl haberleştiriliyor? Çocukların haberlerde ancak bir mağduriyet yaşarlarsa, bir suça karışırlarsa ya da bir başarı elde ederlerse yer aldıklarını biliyoruz. Televizyon dizilerinde de durum farklı değil; çocukluk üç başlıkta toplanmış durumda: İyi, kötü ve mağdur. [5] Engelli, suça karışmış ya da mülteci çocukların medyadaki temsilinin ne kadar sorunlu olduğuna dair çok sayıda çalışma var da çocuk işçiliğin nasıl temsil edildiğini pek bilmiyoruz. Aslında hepimiz çocuklarla bir şekilde karşılaşırken medyanın çocuklar/çocukluk hakkındaki önyargımızı nasıl etkileyebildiği başlıca bir muamma, ama hayatın gerçeği bu yazık ki.

Eğitim sisteminde çocuk algısı

Eğitim sistemimiz çocuğa nasıl bakıyor? Çocuğa nasıl roller atfediyor, çocuktan beklentisi ne eğitim sistemimizin? Cumhuriyetin kuruluş yıllarında eğitimin amacının ne olduğuna dair bir bilgimiz var elbette, ancak bugün durum ne? Başta “2023 Eğitim Vizyonu” ve On Birinci Kalkınma Planı olmak üzere eğitim müfredatına ve ders kitaplarına kadar inerek bu soruları soracak eleştirel çalışmalara ihtiyacımız var. Ders kitaplarında çocuk işçiliğine doğrudan ya da dolaylı değiniliyor mu, övülüp ya da yeriliyor mu? Kapsayıcı eğitim için okullar bu konuyu nasıl ele almalı?[6]

Siyasilerin çocuk algısı

Yanıtlamamız gereken başka bir soru da siyasetin ve siyasilerin söylemlerinde çocukluk ne? 23 Nisan kutlamaları aslında yeterince fikir veriyor ancak yayınlanan bazı raporlarda çocukların sadece yoksulluklarının ve mağduriyetlerinin ön plana çıktığını görüyoruz. Partilerin seçim manifestolarına bakmaya hiç gerek yok; genel geçer üç beş cümleden ötesi görülemiyor. Oysa ilgili yazında “vatandaş olarak çocuk” tartışılıyor. Çocuk katılımının önemi anlaşılırken özellikle çevre politikaları başta olmak üzere hem bugün hem de gelecek açısından çocuğun siyasal alanda aktif olması arzulanan bir hâle dönüşüyor. Doğal olarak çocuğu “koruma” dili giderek değişiyor, dönüşüyor.

Tüm bunları üst üste koyduğumuzda çocuk işçiliğinin sorunsallaştırılmasındaki durum daha anlaşılır bir hâl alıyor. Uzlaşma şu: “Çocuğun hem bugünkü hem de gelecekteki iyi olma hâli için çalışmaması gerekiyor. Bunu engellemek de siyasal otoriteye düşer, toplumsal rıza yaratırsa da iyi olur”. Bu şekilde sorunsallaştırıldığında sorun bir iş piyasası sorunu olur; çözüm de iş piyasasına yasal müdahaledir tabii ki. Ancak özellikle kayıtdışılığın bu derece yüksek olduğu bir yapıda hak ihlâllerini tespit ve izlemede çocuk işçiliği ortak bir sorun olarak algılanmadıkça etkin bir engelleyici olmak kolay değil.

“Çocuk odaklı bakış açısını benimsemiş değiliz”

Oysa çocuk işçiliğinin altında yatan temel sorunun; toplumun, yani bizlerin, ailelerin, medyanın, eğitimcilerin ve yasa yapıcıların çocuktan ve evrensel çocuk haklarından ne anladığı olduğunu söyleyebiliriz. Çabaların sayısı artsa da dünyaya çocuk merkezli bakacak, onun aktörlüğünü, biricikliğini ve özerkliğini kabul edecek, sözünü duyabilecek, nesnel ve öznel kriterle iyi olma hâlini ve üstün yararını gözetecek bir bakış açısını benimsemiş değiliz. Bu çerçevede de doğal olarak farklı çocukluk hâlleri kabul görürken çocuk işçiliği bir “sorun”/ “hak ihlâli” olarak algılanmıyor, buna istinaden de bu ihlâlin farklı seviyelerdeki sorumluları gereken hesabı vermiyor.

Yapmamız gereken ilk şey çocuğu, iradesi olmayan, toplumsal bir makinenin dişlisi olarak gören bakış açısını bırakmak. Çocuğun hangi makinenin parçasıysa ona hizmet etmesi: Geçim döngüsünde bir çarksa, evde, sokakta, tarlada çalışır olması demek. Çocuğu ve onun iyi olma hâlini merkeze alan bakış açısını benimsemek, sorunu farklı bir bakış açısıyla tarif etmemizi ve çok daha etkin politikalar düşleyebilmemizi sağlayacak alternatif bir sorunsallaştırma sürecini tetiklememizi sağlar.

Haz
10
2022

Çocuklar için Evrensel Sosyal Koruma

“Hayatımda hiç okula gitmedim, okuma-yazmam bile yok. 7 yaşından beri hep çalıştım. Benim hayalim ne olsun? Bir evimiz olsun. Sokağa atılırız diye korkmayalım. Hayalim bu.”
15 yaşındaki tekstil işçisi Ahmet, Diyarbakır

12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü, bireyler ve kurumlar olarak sorumluluklarımızı aklımızda tutarak, birçok farklı boyutu olan çocuk işçiliği sorunuyla hep birlikte mücadele etmemiz gerektiğini hatırlatan önemli bir gün. Bu senenin teması ise ‘Çocuk İşçiliğini Ortadan Kaldırmak için Evrensel Sosyal Koruma.

Çocuk işçiliği, kültürel, çevresel, sosyal ve özellikle de ekonomik faktörlerin etki ettiği çok katmanlı bir sorun. Günümüz dünyasında, salgın, devam eden çatışmalar, derinleşen yoksulluk ve iklim değişikliği gibi etkenler de bu sorunun daha can alıcı hale gelmesine yol açıyor. Dünyada 160 milyon çocuk , yani 5-17 yaş aralığındaki her 10 çocuktan 1’i çalıştırılıyor. Çocukların iş tezgâhlarından uzak tutulabilmesi, sağlıklı büyüme haklarının tesisi için temel ihtiyaçları gözeten entegre sosyal koruma sistemlerinin iyileştirilmesi kaçınılmaz bir ihtiyaç.

Önlem alınmazsa 2022 parlak değil…

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) tarafından yayınlanan yeni rapora göre de sosyal koruma, çocuk işçiliğinin en önemli nedenlerinden biri olan aile yoksulluğunu ve kırılganlığını azaltıyor. Raporda, dünya genelinde 0-14 yaş arası çocukların yaklaşık yüzde 75’inin, yani 1,5 milyar çocuğun aile veya çocuk nakit yardımı alamadığına dikkat çekiliyor. Tahminlere göre, önleme stratejileri geliştirilmediği sürece, artan yoksulluk ve kırılganlık nedeniyle, 2022 sonuna kadar 8,9 milyon çocuk daha çalışmak zorunda kalacak. Bu da bize çocuk işçiliğine karşı kapsamlı sosyal koruma tabanları oluşturmanın ve kalkınmanın itici gücü olarak sosyal koruma sistemlerine yatırım yapmanın önemini bir kere daha gösteriyor. Yetişkinler için insan onuruna yakışır işlerin teşvik edilmesi, böylece ailelerin hane gelirine katkı yapmaları için çocuklara başvurmak zorunda kalmamasının sağlanması da bir diğer kalıcı çözüm önerisi.

Hayata Destek Sosyal Hizmet ve Çocuk Koruma Sektör Yöneticisi Özlem Gegez, sosyal koruma sistemlerinin hem yerel hem de küresel ölçekte önemini şöyle vurguluyor:

“Çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılması için iyi bir denetleme mekanizması işletmenin yanı sıra eğitim, sağlık, hukuk, geçim kaynakları, sosyal koruma gibi çok sektörlü ve kapsamlı projeler geliştirmek ve yatırımlar yapmak gerekiyor. Örneğin; okullarda çocuk işçiliğinin tespiti ve çocukların yönlendirilmesi için koruyucu ve destekleyici mekanizmaların geliştirilmesi, mesleki eğitim merkezlerinin çocuk koruma perspektifiyle kapasitesinin güçlendirilmesi çocuk işçiliğiyle mücadelede bir adım olabilir.”

“Çocuk, İşçi Olmaz!” diyerek…

Çocukların fiziksel, duygusal, sosyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen; eğitim, sağlık, oyun ve hatta yaşam haklarını ellerinden alan çocuk işçiliğine karşı ‘ama’sız, ‘fakat’sız bir mücadele vermemiz gerekiyor. Çalıştırılan çocuklar istismar, sömürü, iş kazasından kaynaklanan yaralanma ve ölümlere açık hâle geliyor. İş Sağlığı Güvenliği Meclisi’nin açıkladığı verilere göre; Türkiye’de 2013 ile 2021’in ilk beş ayı arasında en az 513 çocuk çalışırken hayatını kaybetti.

Şu an Türkiye’de yaklaşık 2 milyon çocuğun çalıştırıldığı tahmin ediliyor. Sokaklarda, fırınlarda, atölyelerde, tarlalarda çalıştırılan çocuklar bir yoksulluk döngüsü içinde. Çocuk işçiliğin en kötü biçimleri arasında sayılan tarım, Türkiye’de 5-14 yaş arası çocukların en yoğun çalıştırıldığı işkolu. Yani soframıza gelen yiyeceklerden giydiğimiz giyeceklere gündelik hayatımızın içinde çocuk emeği var. En büyük sorumluluğumuz, işte bu çocuk emeğinin önüne geçmek. Bu konuda kurumların, mekanizmaların yanı sıra en çekirdekte biz vatandaşların da yapabilecekleri var. Çalıştırılan bir çocuk gördüğümüzde Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüklerine, çocuk çalıştıran işyerlerini ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Alo 170 hattına bildirmeliyiz. Çocuk işçiliği alanında uzman sivil toplum kuruluşlarına destek olmak ve yönlendirme yapmak da bir hayli önem taşıyor.

Çocuk işçiliğini bitirmek yetişkinler, ebeveynler, kamu, özel sektör, sivil toplum olarak hepimizin sorumluluğunda.

Çünkü hepimiz biliyoruz ve farkındayız: Çocuk, İşçi Olmaz!

[1] Huntington, C., & Scott, E. S. (2019). Conceptualizing legal childhood in the twenty-first century. Mich. L. Rev.118, 1371; https://repository.law.umich.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=5959&context=mlr; İngiltere’de çocuk işçiliğiyle mücadele 1833’te başlıyor ancak etkin olmadığını E.P. Thompson’dan biliyoruz (Thompson, E. P., (2004). İngiliz işçi sınıfının oluşumu. Birikim.

[2] Bu noktada İnsan Hakları Bildirgesi ile arada 13 yıllık bir zaman dilimi olduğunu belirtelim.

[3] Ezgi Koman, (2017), Çocuklar için başka bir dünya mümkün! https://kaosgl.org/gokkusagi-forumu-kose-yazisi/cocuklar-icin-baska-bir-dunya-mumkun

[4] Tam bu noktada, bir saha çalışmasında mevsimlik tarım işçilerinin çocuklarından bahsederken “ama onlar çocuk gibi bakmıyor!” diyen bürokratı hatırlamamız gerekir.

[5] Erbil, F. (2016). Çocuk algısı ve çocuk katılımı. içinde Eğitimde farklılık ve katılım hakkı, 107-125.; Nazlı, R. S., Çat, A. K., & Kayadayı, A. (2021) Çocuk Konulu Haberlerin Medyada Temsili. Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi9(1), 325-350.; Güven, S. (2014). Çocukların medyada temsili: İyi, kötü ve mağdur çocuk. Yayınlanmamış doktora tezi. Selçuk Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.

[6] Beyazova, D. (2019). Kapsayıcı ve Katılımcı Okullar için Eğitimcilere Yönelik Çocuk İşçiliği ve Ayrımcılıkla Mücadele Rehberi. http://cocukisciligineson.bilgi.edu.tr/wp-content/uploads/2019/06/COCA_%C3%87ocukIsciligiElKitabi.11.06.19.pdf

 

Yazarlar Hakkında: 

Prof. Dr. Pınar Uyan- Semerci: İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. 2007 yılından itibaren aynı üniversitede Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi müdürlüğü ve 2017 yılından itibaren Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi dekanlığı görevlerini yürütmektedir. Doktora derecesini Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi alanında alan Uyan Semerci, sosyal adalet, insani gelişme, yapabilirlik yaklaşımı, yoksulluk, çocuğun iyi olma hâli, kimlik oluşumu alanlarında uzmanlaşmıştır, bu konular yanı sıra çocuk işçiliği, gençliğin siyasal katılımı, ötekileştirme, kutuplaşma, göç ve sosyal politika alanlarında da yayınları bulunmaktadır.

Prof. Dr. Emre Erdoğan: İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi alanında doktora derecesi bulunan Erdoğan, akademi ve sivil toplumda çeşitli projelerde araştırmacı ve kıdemli danışman olarak görev yapmıştır. Araştırmaları siyasi katılım, dış politika ve kamuoyu, çocuk ve gençlerin refahı, metodoloji ve istatistiğe odaklanmaktadır. Türkiye’de gençlik, Suriyeli mülteci gençlerin entegrasyonu, ötekileştirme, kutuplaşma ve popülizm konularında çalışmakta ve yayınlar yapmaktadır.