JACQUES VERGES ve SAVUNMA SANATI
Genç bir avukat, Cezayir Kurtuluş Cephesine üye Jacques Verges 11 teröristin savunmasını üstlenerek bütün dikkatleri üzerine çektiğinde, takvimler 1957’yi gösteriyordu.
Ünlü avukatın vicdanlarımıza oruç tutturacak müvekkillerini nasıl savunduğunu ve buna nasıl karar verdiğini anlamak için, gelin bir de onun gizemli yaşamına göz gezdirelim. Jacques Verges’in Çocukluk Dönemi Diplomat bir babayla Vietnamlı bir annenin ikizlerinden biri olarak, 5 Mart 1925’te Fransız sömürgesi Reunion adasında doğdu. Babası bu evlilik yüzünden, Fransız Konsolosluğu görevinden kovuldu. 3 yaşındayken annesini sıtmadan kaybetti.
Siyasi Düşüncesi ve Okul Hayatı ; Ailesiyle birlikte Fransa’ya geçen Verges, zamanla daha da belirginleşen melez fiziğini sorgulamaya başlar. Belki de geçmişine dair gerçeklerin gölgesinde büyüyen melez fiziği, egemen modele uymayan, bağımsız ve cesur düşünce yapısını oluşturan en büyük etkendi.12 yaşındayken siyasete ilgi duymaya başlayan Verges, 1945’te Fransız Komünist Partisi’ne üye oluşunu, ‘Naziler ve sömürgeciler karşısındaki tek partiydi’ sözleriyle açıklıyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda babasının da desteğiyle Cezayir’de, Fas’ta, İtalya’da ve Fransa’da direniş hareketlerine katıldı. 1950’de (o zamanki adıyla) Çekoslovakya’nın başkenti Prag’a gitti ve Komünist Parti için çalışmalarda bulundu. Cezayir Savaşı’nın başlaması üzerine partideki görevinden ayrıldı. Geri döndüğünde Doğu Dili ve Edebiyatı üzerine eğitim alan Verges, daha sonra hukuk okumaya karar verdi.
Paris Barosu’na 1955 senesinde kaydolduğunda 30 yaşındaydı. Verges, ilk kez adını General De Gaulle’ü destekleyerek duyurdu. 1950’lerde Fransa’nın Cezayir’le girdiği savaş sırasında, hayatını tehlikeye atmak pahasına Fransa’nın karşısında yer alarak Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni savundu.
Örgütün efsanevi kadın militanlarından Djamila (Cemile) Bouhired’i1 savunarak idamdan kurtardı. Daha sonra da Cemile ile evlenerek müslümanlığı seçti ve Mansur adını aldı. 1962’de Cezayir’in bağımsızlığını kazanmasının ardından başkent Cezayir’e yerleşti ve ülkenin Dışişleri Bakanı oldu. Önceden, 1957’de Dışişleri Bakanlığı Afrika İlişkileri Sorumlusu olmuş ve Afrika’daki bağımsızlık savaşlarında yer almış ve bir süre ‘Devrim’ adında bir dergi çıkarmıştı. 1970-1978 yılları arasında, Verges ortadan kayboldu. O yıllarda, kaçtığı, teröristlerle birlikte saklandığı, hatta Fransız gizli servisine hizmet etmiş olabileceği dahi, söylentiler arasındaydı.
Kendisi hakkında endişelenip arama kampanyası başlatan dostları ise, ertesi gün, posta kutularında Verges’in kendi el yazısıyla ‘Aptallık etme!’ ikazını buluyorlardı. Bu dönemi hiç anlatmayan Verges, gazetecilerin ısrarlı soruları üzerine ‘Fransa’nın oldukça doğusundaydım; biraz her yerdeydim, ama, Pol Pot’ta değildim’ diyor; sonra, Ajanda adlı romanını kaleme aldığı bu dönemde, Paris’te sahte bir kimlikle yaşadığı ortaya çıkıyordu.
1978’de geri döndüğünde amacından vazgeçmediğini, savunulmayan sanıkların savunmasını üstlenerek gösterdi. Verges döndüğünde, her türlü davaya bakmaya hazır hale gelmişti.1945 yılında Nazilere karşı başlattığı direniş nedeniyle Fransız Komünist Partisi’ne üye olması, Nazi Savaş Suçlusu Gestapo Klaus Barbie’yi savunmasına engel olmamıştı.
‘Bir Nazi’nin savunulabilecek ne yanı olabilir’ diyenlere ‘Herkes savunulabilir, herkesin savunulması gerekir. 50 yıl sonra suçluyu, yapmadığı şeylerle suçlayabiliyoruz’ diye karşılık veriyordu. Barbie’nin avukatlığını üstlenmesine dair verdiği bir röportajda; ‘Barbie’yi iki şey üzerinden savundum. Birincisi, Barbie, General Osares’in Cezayir’de öldürdüğünden daha az kişiyi öldürmüştü.
Osares terfi etti; Barbie ise suçlanarak cezaevine girdi. Ayrıca harekâtın üç veya dördüncü adamıydı; bir numara değildi. Bolivya hükümeti Barbie’yi ülke dışına atabilirdi. Ama onu bir uçağa koyup Fransız Guyana’sına getirttiler, onu satın aldılar. İnsanı bir ülkeden kovduğunuzda, ona başka bir ülkeyi seçme özgürlüğü verirsiniz. Siz onun bu özgürlüğünü elinden aldınız. Barbie’yi savunmam, FLN militanlarını savunmamdan çok farklıydı. Bence düşmanını savunabilmek, bir avukat için inanılmaz bir onurdur.
‘Bir Nazi’nin savunulacak ne gibi bir yanı olabilir’ diye düşünebilirsiniz. Ancak benim tutkum savunmak… Suçu değil, suçu işleyeni savunuyorum.’ diyordu. Kendisine ‘şeytanın avukatı’ denilmesine sebep olan bu davada, Verges’in karakteri de gözler önüne serildi. Gazeteci Gerard Schmidt’e göre, herkese karşı tek başına kalmanın Verges’e sonsuz bir haz verdiği aşikârdı.
Adını duyduğumuzda tüylerimizi ürpertecek kişileri savunan Verges, onları ipten almakla kalmıyor; aynı zamanda birer halk kahramanına dönüştürüyordu. Cezayir Ulusal Kurtuluş Partisi (FLN) militanı Cemile Bouhired, idamdan kurtulmasının ardından, halkın kadın kahramanı olmuş; hayatı kitaplara ve filmlere konu olmuş ve birçok kız çocuğuna Cemile adı verilmişti. Verges azılı suçluları, sistemin terörist diye isimleştirdiği kişileri savunmayı adet edinmişti.
Verges’in listesinde Sırp Kasabı lakaplı Sırbistan ve eski Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç, Orly saldırısını düzenleyen Çakal Carlos lakaplı Ilich Ramirez Sanchez, Côte’d Azur’da çalıştığı villanın hanımını öldürdüğü gerekçesiyle 1991 yılında 18 yıl hapis cezasıyla yargılanan Faslı 2018/Bahçıvan Ömer Raddad,
Saddam Hüseyin’in yardımcısı Tahir Ramazan,1998 yılında Fransa’da yakalanan Alaaddin Çakıcı ve daha birçok isim vardı. Savunmayı üstlendiği bazı kişiler: • Tarık Aziz (Eski Irak Başbakan yardımcısı) • Klaus Barbie (Alman SS Subayı Gestapo) • Paul Barril (Fransız Yüzbaşı) • Cemile Bouhired (Cezayirli kadın direnişçi ve halk kahramanı) • Ilich Ramirez Sanchez (Çakal Carlos) • Roger Garaudy (Fransız düşünür, yazar) • Slobodan Miloseviç (Sırp Kasabı) • Idriss Deby (Çad Devlet Başkanı) • Denis Sassou Nguesso (Kongo Devlet Başkanı) • Abdoulaye Waye (Senegal Cumhurbaşkanı) • Laurent Gbagbo (Fildişi Sahilleri eski Cumhurbaşkanı) • Omar Raddad
Faslı bahçıvan) Suç ve Suçlu Suç kavramı, aslında, ceza hukuku düzeninden, özellikle ceza kanunundan kaynaklanmaktadır. Yani bir suçun oluşmasında, failin davranışından daha öncelikli olan, suç tanımının bulunmasıdır. Tanımlanmış değilse, o davranış suç değildir; ama, hâlâ aynı davranıştır. Suç kavramının içerdiği anlam ve özellikleri ile buna karşı geliştirilen ceza sistemi; toplumların ve insanlığın geçirdiği sosyal, iktisadi ve politik dönüşümlere bağlı olarak değişik momentlerde farklı dönüşümlere sahne olur.
Bu nedenle, coğrafya ve tarihle sınırlı olan suç kavramı, mutlak doğru anlayışıyla bağdaşmaz. O nedenledir ki, ilişkinin tarafı olarak suçlu davranışı değil, insan davranışı alınmalıdır; suçlu merkez değil, taraf olmalıdır. Suçun doğal olgular âlemine değil, normatif olgular âlemine ait bir kavram olması gerekmektedir.
Gerçekten suç, olgusal anlamda deneye dayalı bir doğrulamanın değil, beşeri bir davranış üzerine verilen bir değer hükmünün ürünüdür. Bundan dolayı her suç, kendine vücut veren bir kuralı, yani bir kanun hükmünü zorunlu kılmaktadır. Ortada bir değerlendirme, açıkçası bir kanun hükmü yoksa, suç ta yoktur, sadece yararlı veya zararlı ya da haz veya acı veren fiiller vardır.
Suç kavramının altında, aslında giydirilmiş bir nesne, suçlu/suçlu davranışı yatar. O halde onun üzerindekileri çıkarmak, aradaki perdeleri kaldırmak gerekmektedir. Aralanan perdenin, yani suçlu tanımındaki suçlu sıfatının kaldırılmasıyla da, geriye sadece insan kalır.
Suçun Sosyolojisi Cezanın Felsefesi, Normatif olgular âlemi, mevcut olanı değil, ideal olanı tasvir eder. 2018/1 Maalesef ki toplumda suç ve suçlu kavramlarına, önyargılı yaklaşılmaktadır. Bu durum, sabıkalı kişilere iş vermeme, hatta evine kiracı olarak kabul etmeme gibi davranışlarla kendini gösterebiliyor. Bu durum, sadece günümüze özgü bir tutum da değil…
M.Ö. 427 yılında aristokrat ve zengin bir ailenin çocuğu olarak doğan Platon, suçluları toplumun hasta bireyleri olarak görüyordu. Aristo suçluları toplum düşmanı sayıp, onların yok edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Verges’e göre suç ve suçlu kavramı çok farklıydı. Ona göre suçsuz toplum, gülsüz gül fidanı gibiydi. O, suçu toplumun değişmesi için hayatın çaktığı bir işaret, suçluyu da gelecekteki ‘yeni dünya’nın habercisi olarak görüyordu. Suçu toplum hayatından dışlamak yerine, ona insan doğasında yer veriyordu. Ünlü avukatın dediği gibi: ‘Cennette kuşlar ve balıklar gibi yaşarken, bilginin meyvesinin tadına baktıktan sonra, her şey değişti.
Cennetten kovulduk ve sürekli günahla yaşıyoruz. Baudlaire de diyor ki: ‘Bu dünya suç terliyor.’ Ama suç olmasa, hayat çok sıkıcı olurdu. Suç işlemek, biraz da özgürlüğümüzün simgesidir. Mesela grevin yasak olduğu bazı ülkelerde insanlar grev yapacaklar; kürtaj yasaksa bazı kadınlar kürtaj yaptıracaklardır.
Tarih, insan toplulukları yasakları çiğneyince, ortaya çıkıyor. Bugünkü yasak, yarının kuralı olabiliyor. Stajyer avukatken, kürtaj yaptırdığı için toplum önünde ayıplanan kadınları savundum. Kendilerini suçlu hissediyorlardı. Bu kadınlar şimdi anne olmuş olabilirler.
Zaten artık Fransızcada kürtaj denilmiyor. Hamileliği durdurma olayı deniliyor. Hipokrat diyor ki : ‘ben hastalığı tedavi etmiyorum, hastayı tedavi ediyorum.’ Biz de suçu veya cinayeti savunmuyoruz. Suç işleyenin özgürlüğü diye, onun yaptıklarını doğru bulmuyoruz. Bizim yapmaya çalıştığımız, bizim gibi normal bir insanı suçlu olmaya götüren o yolu, aydınlatmaktır. Bizim gibi bir insan o pozisyona nasıl düşebiliyor? O süreci aydınlatmaya çalışarak, biz, aslında toplumun suçu ve cinayeti önlemesine yardımcı oluyoruz.’
Savunma sanatı iki temel duruş üzerine kurulmuştur; temelinde kurulu düzene saygı olan uyum davaları ve yeni bir gerçekliği gözler önüne sermeyi hedefleyen kopuş savunmaları…5 Savunma sanatında sanığın seçimi, uyumdan yana olabilir. Bunu belirleyecek olan, sanığın kurulu düzen karşısındaki duruşudur.
Uyumu seçen sanık ve değerlerine saygı duyulan yargıç arasında diyalog kurulur ve yargılama mümkün hale gelir. Bu aşamadan sonra, artık uyum sanığı, suçsuzluğunu ispatlayamıyorsa bile; en azından suçluluğuyla ilgili delil yetersizliğini kanıtlamaya çalışmalıdır.
Bilirkişi raporlarının ve tanık beyanlarının, nesnel ve öznel hatalarını eleştirmelidir. Delil eksikliği sanığa yaramalıdır; zira toplumda bir masumun cezalandırılmasına sebep olan hukukî hata, suçlunun beraat etmesinden daha ağır bir potansiyel düzensizlik nedenidir6. Uyum davasında mükemmel sonuca, sanığın ve mağdurun aynı sınıftan ve yargıçlarla da aynı dünyadan geldiği davalarda ulaşılabilir.
Uyum davasında beraat eden sanık hizaya girer; yine aynı hayırsever hanımefendi oluverir. Kopuş Savunması ve Tarihteki Yeri İkinci olasılık ise, kopuştur. Kopuş olasılığı, yargıçları hep şaşırtır ve birçok avukat kopuş olasılığından kaçınır. Çünkü mahkemeler kuran her toplum, bunu, meşruluğuna saldıranları kendi ölçülerine göre yargılamak için yapar7. Uyum davasında kurulu düzeni kabul eden sanık ve değerlerine saygı gösterilen yargıç arasında diyalog kurulmuştur. Bu kurulu düzen uyum davalarında olduğu gibi kopuş kuramında da mevcut…
Ancak kopuş sanığı, kurulu düzeni kabul etmez ve yargılama mekanizması dağılır. Sanık uyum ve kopuş arasındaki seçim yapma hakkını kopuştan yana kullanırsa, davayı kaybettiği anda masayı devirme hakkına sahip olur. Kopuş sanığının amacı, mahkemenin iyi niyetini üzerine çekmek değil; masumun suçlu, suçlunun masum olduğu alana girebilmek, uğruna ölebileceği ideolojisini mahkeme salonunun dışına çıkarabilmektir.
Kopuş savunmasının bilinen ilk uygulayıcısı M.Ö. 453 yılında darbeyle iktidarı ele geçiren demokratların; tanrılara inanmıyor, Atinalı gençlerin ahlâkını bozuyor diye ölümle cezalandırmak istedikleri Sokrates’ti. Sokrates’in, yüzyılları aşıp gelen ve Platon tarafından kitap haline getirilen söylemi, hukuk tarihinin bilinen ilk savunması olarak kabul ediliyor.
Atinalılar Sokrates’i suçlamakla kalmıyor; ona hakaret edip at sineği diyorlardı. O ise Atinalılara ‘Ben Atina’nın soysuz yöneticilerine karşı, Atina atının sırtına, onu uyandırmak için konmuş, bir at sineğiyim’ cevabını veriyordu. Sokrates de, bir kopuş sanığıydı. Amacı ise sadece düşüncelerini duyurabilmekti. Aslında Sokrates’i affetmeye, onu suçlayanlar bile çok istekliydi. Ama Sokrates affedilmek istemiyordu. Amacı kendini acındırmak da değildi. Mahkeme ona cezasını seçmesini önerdiğinde; uzlaşmaya gidebilir, sürgün ya da para cezası almak için teklifte bulunabilirdi. Aksine, yargıçlarıyla dalga geçti.
O yüzyıllar sonrasına seslenmek, çarpıklaşmış ve kokuşmuş düzeni değiştirmek istiyordu. Sokrates, yargıçların, faaliyetinden vazgeçmesi karşılığında iddianameyi geri çekme teklifine, en başından hayır demişti. Zaten onun yargılanmasının asıl sebebi, bütün bu suçlamalar değildi. Asıl sebep, yönetim için bir tehlike oluşturmasıydı. Sokrates savunmasında kendisini suçlayanları, soyluları, devlet düzenini, yöneticileri ve kendisini yargılayan yargıçları eleştirmekten geri durmadı.
Savunmasını ise şu sözlerle bitiriyordu: ‘İnsanları öldürerek, geride yaşamayı bilmediğimizi haykıracak birinin kalmasını engelleyebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Hesabınız çok yanlış; böyle bir paçayı kurtarma biçiminin, ne yararı vardır, ne de güzelliği…’
Sokrates, infazı için geldiklerinde ağlayan eşine neden ağladığını sorar. ‘Seni masum olmana rağmen öldürecekler’ cevabını alınca; ‘Suçlu olduğum için idam etseler daha mı iyi hissederdin?’ diyerek karşılık verir ki, Sokrates ve eşi arasında geçen bu diyalog, kopuş savunmasının paradoksunu açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Jacques Verges kopuş savunmasının yapılandırılmasında, Sokrates’ten sonra büyük rol oynadı. Birçoğumuzun aslında onu kopuş yaratıcısı olarak bilmemizin sebebi de budur. Savunulmayan sanıklarını, ölümle cezalandırılacak militanları kopuş savunmasıyla kurtarıyor ve aynı zamanda halkın gözünde birer kahramana çeviriyordu. Kopuşun amacı, kamu vicdanına seslenmek ve kendisini yargılayanları mahkûm etmekti.
Jacques Verges’in en büyük kopuş sanıklarından genç Cemile, bir kafeye bomba yerleştirmekle ve bir terörist olmakla suçlanıyor, idamla yargılanıyordu… Hâlbuki 22 yaşındaki genç kıza verilen idam cezası, onu suçlayanlar dâhil, salondaki herkesi gözyaşlarına boğmuştu. Cemile’ye kapılı kapıların ardında suçunu kabul etmesi karşılığında af bile önerilmişti. Ama onun amacı affedilmek değildi; o çoktan kararını vermişti.
Cezayirli FLN militanı, Cezayirli bağımsızlık savaşçısı Cemile’nin kendisini idamla yargılayanlara verdiği cevap, mahkeme koridorlarında yankılanan kahkahalarıydı. Herkesi şaşkına çeviren bu kahkahalar, avukatı Jacques Verges’in de desteğiyle Fransız basınının ve dünya kamuoyunun gündemine oturmuştu. Kadın hakları savunucuları ve arkadaşları, onun için sokaklarda gösteriler düzenliyor, ona destek oluyorlardı.
Mahkeme salonunda da Verges’in bir saldırıya dönüşen savunmasıyla mücadeleye devam ediyor ve sık sık yargıca seslenerek, ‘Bir mahkeme salonunda mıyım yoksa suikast toplantısında mı?’ diyordu. Yargıçların korktukları başlarına gelmiş ve Cemile Bouhired bir kadın kahramana dönüşmüştü. Artık dünyada Direniş Çiçeği olarak anılıyordu. Tüm bu çabalar sonucunu vermiş, önce idam cezası müebbet hapse çevrilmiş, daha sonra da serbest bırakılmıştı.
Sömürgecilere karşı bağımsızlık mücadelesinin kadın kahramanı haline gelmiş ve özellikle sömürge ülkelerde kız çocuklarına Cemile adı verilmeye başlanmıştı. 100 idam istemiyle açılan 300 sanıklı bu dosyada hiç kimsenin ölmemesi, Verges’in de ilk zaferiydi. Yargıçla Cemile arasında geçen şu diyalog, kopuş savunmasının paradoksunu gözler önüne seriyor ve Verges’in ileride eşi olacak Cemile için, ‘Devrim onun yüzüydü, Cezayir onun bedeninde vücut bulmuştu’ demesinin nedeni de anlaşılıyordu. Hâkim: Sen bir Fransızsın. Cemile: Hayır ben Cezayirliyim. Hâkim: Sen bir suç örgütü üyesisin. Cemile: Ben direniş örgütü üyesiyim. Hâkim: Sen bir suç işledin. Cemile: Hayır sadece işgalci hainlere haddini bildirdim…
Verges kopuş savunmasında, bireyin belirsizleşmek için elinden gelen her şeyi yapmasını ve aynı zamanda bunu başaramamasını söyler. Böylelikle sözcüsü olduğu ideoloji, insanî bir çevre kazanacak ve esas hedefi olan birey toplum ilişkisindeki ortak değeri dile getirebilecektir. Cemile, Sokrates, Dimitrov ve diğer kopuş sanıkları için yaşamlarının, bedenlerinin ve aklanmalarının bir önemi yoktu. Onlar sadece birer bedendi. Yaşatmaları gereken düşünceleriydi, öyle de oldu. Neredeyse 3000 yıl sonra Sokrates’i ve ünlü savunmasını düşünüyoruz, yazılarımıza konu ediyoruz.
Kopuş savunması amacına ulaşmış, belki bedenleri değil, ama düşünceleri yaşamıştı. Verges, Quai Voltaire Oteli’nde Fransız yazar ve filozof Voltaire’in öldüğü odada, 88 yaşında yaşamını yitirdi. Geride ise savunulmayan sanıkları, ünlü kopuş savunması, direnişçi ruhu ve gizemli hayatının bilinmeyen parçaları kaldı. Onu ne tehditler durdurabilmişti, ne de tek başına kalacak olması.
Zaten o hayatını sömürgeciliğe, emperyalizme, işgale karşı savaşmaya adamıştı. Hayatının sonuna kadar tehditlerle, linç girişimleriyle boğuşsa da, bu amacından vazgeçmedi. Ne onu hainlikle suçlayanlar, ne de ona şeytan, terörist, hain diyenler, onu durdurmayı başaramadı.
Geriyeyse akıllarda şu sözleri kaldı: ‘Ben suçu değil, suçu işleyeni savunuyorum. Benim tutkum savunmak…
JACQUES VERGES KONFERANSI
Jacques Verges “Savunma Saldırıyor” adlı konferans gerçekleştirildi. Ayrıca katılımcıların konferans hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşabilmeleri için internet adresini kullanıma açtık.
Cemal Reşit Rey Konser Salonunda gerçekleşen “savunma saldırıyor” adlı konferansın konuşmacısı JACQUES VERGES’dı. Sıradışı müvekkilleri, suça ve cezaya sıradışı ve derinlikli bakışı, ses getiren davaları ile büyük ses getiren ünlü Fransız hukukçu Jacques Verges’i Türkiye’de ağırladık. Kitabıyla aynı adı taşıyan ”Savunma Saldırıyor” konferansı hukuk çevrelerinin yanısıra, akademik ve entelektüel çevrelerden de büyük ilgi gördü. Konferans medyanın da dikkatini çekti ve medya geniş bir kitlenin konferanstan haberdar olmasını sağladı.
Cevap bırakın