KIZILCIK ŞERBETİ Zehra Çelenk: Nursema politik bir simgeye dönüştü
Dizi, toplumda seküler-muhafazakar çekişmesi üzerine nasıl bir karşılık buldu? Dizideki bazı kadın karakterlerinin çok benimsenmesinin nedenleri ne? Ana akım medyada henüz gördüğümüz bu tarz yapımların toplumsal hassasiyetlere etkisi var mı?
Yazar-senarist Zehra Çelenk yanıtladı.
“Huzurunuz bozulsun sekansı yankı yarattı”
Kızılcık Şerbeti dizisi yayınlandığı günden beri konuşuluyor, sizce neden bu kadar gündem oldu?
Televizyon dizileri bizde çok önemsenen, sevilen, geniş bir kesim izleyicinin akşamlarını dolduran şeyler. Hayatın önemli bir parçası.
Bu yıllardır böyle, çoğu ailenin bir ya da iki dizisi var her güne düşen. 2.5 saatlik süreler ve reklamla birlikte düşünürseniz bu “tüm bir gece” demek, az buz şey değil. Üstelik dizilerin reytingler nedeniyle arka arkaya ekrandan kaldırılıp yenilerinin sürüldüğü son yıllarda da bu ilgi değişmedi. Orada hala büyük bir damar ve dolayısıyla tabiri caizse “ekmek” var.
Dizilerimiz biliyorsunuz Orta Doğu ve Balkanlar’da çok seviliyor, pek çok yabancı ülkeye satılıyor. Hatta sektörü ayakta tutan şeyler arasında bunun önemi çok büyük. En son Makedonya’da kaldığımız küçük bir otelin sahibi adam bana “Türk dizileri çok üzücü, ben duygusal bir adamım dayanamıyorum ama eşim maşallah her gece bir dizi deviriyor,” demişti. Düşünün… 🙂
İşte hayatta bu kadar önemli bir yer işgal eden dizilerin gerek Yeşilçam’dan bugüne gelen alışkanlıklar gerekse de ekranlara dair politik baskının kendini otosansür biçiminde göstermesi gibi nedenlerle “suya sabuna” pek dokunmuyordu. Benzer formüllerle kurulmuş peri masalları izleyip duruyorduk.
“Kızılcık Şerbeti” işte dizilerimizin bir türlü “hikâyeye” dahil edemediği yüz yıllık muhafazakar/seküler çatışmasını televizyona taşıdı. Bunu da seçime giderken, çok kritik bir zamanda yaptı. Onunla yakın zamanda başlayan “Ömer” dizisi de biraz benzer temalardan ilerliyor.
Ama öncesinde Netflix’in yine bu muhafazakar/seküler çatışma ve karşılaşmaları üzerine kurulu “Bir Başkadır” dışında bu temayı işleyen ilk dizi oldu. “Kızılcık Şerbeti” bu temaları görece hala daha özgür bir ortam olan dijital platformda değil ana akım TV’de ve cesurca işlemesiyle de öne çıkıyor.
Son olarak dizide başörtülü bir karakter olan Nursema’nın hem ailesine hem de ataerkiye isyan niteliğindeki “huzurunuz bozulsun!” sekansı büyük olay yarattı ve hemen ardından RTÜK cezaları geldi…
Bizi gerçeklerle yüzleştiriyor, her kesimi kendi gerçekleri ve kabülleriyle. O nedenle umarım hayatta kalır ve bu şerbet daha çok su kaldırır.
“‘Çok iyi’ ve ‘çok kötü’lerin savaşı yok bu dizide”
Dizideki Muhafazakar/seküler çekişmesi toplumu kutuplaştırıcı olarak mı etkiliyor, her iki tarafı da tektipleştiriyor mu?
Aslında bunun ölçüsü, dramatik dengedir. Popüler anlatılar büyük ölçüde karakterlerle ve duygularla özdeşleşme kurmaya dayalı, kathartik* anlatılardır. İzlerken ya kendimizden bir parça ve sorunlarımızı, umutlarımızı buluruz ya da “şükür beterin beteri var ya” diye rahatlarız. Abartılı trajik örgüler, iyinin hep kaybetmesi ama sonunda kötüden intikamını alması…
Çok büyük olaylar, derin çelişkiler, felaketler, tesadüfler ve daima işleyen prototipler. Bunlar çok alışık olduğumuz “melodram” türünün özellikleri.
Kıza kıza, yastık tekmeleyerek bile izlenir melodramlar çünkü toplumsal bilinçaltına seslenir ama arızaları açık etmez, yüzleştirmez.
“Kızılcık Şerbeti”nin en başarılı yanlarından biri, tabii süreler nedeniyle yer yer melodram klişelerine kaçsa da, olabildiğince dram çizgisinde ilerlemesi. Karakterler olabildiğince gerçekçi, karikatürize değil.
“Çok iyi” ve “çok kötü”lerin savaşı yok bu dizide. Algısı ötekini anlamaya açık olan herkesi dengeli yüzleşmelerle kendini de sorgulamaya iten bir yanı var.
Bu açıdan tektipleştirmiyor, kamplaştırmıyor. Sorgulatıyor, tartışmalara itiyor ve en önemlisi her kesimden kadınlar özellikle kendi sorunlarının yansımalarını buluyor.
Bir dizi, bir kurmaca asla gerçeğin kendisi değildir. Türü elverdiğince, temsilidir. İşte o temsil olabildiğince “adil” olsun yeter. Bu açıdan çok başarılı buluyorum diziyi.
“Nursema’nın adım adım değişimini izliyoruz”
Toplumsal hassasiyetlere dokunması açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye toplumu bunu konuşabilecek durumda
Zehra Çelenk |
mı sizce?
Türkiye toplumunun en temel meselelerinden biri bu ve bunu artık konuşamazsa, bunlarla şimdi bile yüzleşemezse çürür gider…
İyi ki dokunuyor. Bu dizide mesela baştan çok yargılayıcı birer karakter olan seküler Kıvılcım’ın da, başörtülü Nursema’nın da adım adım dönüşümünü izledik.
Sadece muhazakar/seküler çatışması değil, kadın sorunu, evliliklerin ailelerdeki lüzumundan çok büyük ve toksik yeri, daha önce hep “yoksul halk” düzeyinde temsiline şahit olduğumuz muhazakar kesimin çok zengin ya da zenginleşmiş üst tabakasına, o evlerde yaşananlara da şahit olduk, bu da önemli.
“Son dönemde ana akımda böyle iyi ve cesur bir dizi görmüyorduk”
Türkiye TV’lerinde ilk defa böyle bir yapım görüyoruz sanırım, sizce bu tarz yapımların devamı gelmeli mi ve neden?
Elbette gelmeli… Diziler, hikayeler gökten zembille inmez, toplumsal gerçeklerden beslendikleri ölçüde sağlam ve inandırıcı olurlar. Daha önce de çok iyi diziler yapıldı bu ülkede…
Ama özellikle son dönemde ana akımda böyle iyi ve cesur bir dizi görmüyorduk. 40’lı yaşlarda bir kadının/annenin (Kıvılcım) evlilik öncesinde sevdiği adamla sevişmesine, başörtülü bir genç kadının laik bir gence aşık olup ona “dokunması”na ve son yıllar TV’de çok rasatlanmayan pek çok şeye şahit olduk. Bunlar gerçekler. Diziler de gerçek hayatın gerisinde kalmamalı…
“Nursema karakteri çok sahici”
Nursema karakteri çok konuşuluyor, “Senin evdeki o huzurun bozulsun biraz anne” repliği ve o sahne viral oldu. Bu durum özellikle muhafazakâr camiayı ikiye bölmüş durumda bir taraftan çok benimseniyor diğer taraftan da ciddi eleştiri alıyor bunun sebebi nedir sizce? Nursema’nın hikayesi neden bu kadar benimsendi?
Çünkü çok sahici. İlgili yazımda da bahsetmiştim, “yakarsa dünyayı Nursemalar yakar”. Ki Nursema karakterinin isyanı muhafazakâr kadın izleyicilerin bir kısmında da azımsanmayacak bir özdeşleşme yarattı. Sanırım bu dizinin en çok ilgi gören ve aynı zamanda belli çevreleri “rahatsız eden” yanı da bu.
Muhazakar çevreden bir kadının kendi duygularına, kendini gerçekleştirme çabasına, hayatına, uğraşlarına aşkına sahip çıkması ve bu yönde hem aileye hem patriyarkaya isyanı çok değerli…
Dediğim gibi Ceren Karakoç’un da harika oyunculuğuyla (dizide oyunculukların çoğu çok başarılı bu arada) Nursema devleşti. Ve kendinden çıkıp içinde bulunduğumuz süreçte neredeyse “politik” bir simge halini de aldı. Ezilenin, bastırılanın, kadınların isyanının simgesi.
Senaryo açısından nasıl buldunuz?
Bundan yukarıda bahsettim. Ana akımdaki çok ama çok uzun süreler muhakkak bazı arızalara neden oluyor.
Ama buna rağmen pek çok açıdan başarılı, hem suya sabuna dokunur hem de sürükleyici buluyorum. Bir senarist olarak pek çok şeyi öngörebilmekle beraber o seyir zevkini de tattırıyor bana dizi. Yani şu ana kadar bence çok iyi gidiyor ve öyle de gideceğini umuyorum.
“RTÜK cezaları yersiz”
RTÜK kadına şiddet ve zorla evlendirme sahnelerine binaen diziye 5 yayın durdurma ve 1.5 milyon TL para cezası verdi. RTÜK’ün bu kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
RTÜK, Nursema’nın zorla evlendirildiği ve gerdek gecesinde “niye soyunmuyorsun, kusurlu musun” diyerek üstüne yürüyüp ona tecavüze yeltenen kocasının, sonunda Nursema’yı camdan attığı sahnenin “kadına şiddete özendirme”si gerekçesiyle diziye ağır bir para cezası kesti ve 5 bölüm durdurma kararı çıkardı.
Mafya dizilerini geçtik, esas kızı zorla kolundan tutup bardan çıkaran, kolunu sıkan Alfa erkeklerle dolu romantik komediler bile daha çok özendiriyor şiddete bence.
Buradaki, gerçek hayatta maalesef çok da karşılığı olan bir şiddet türünü ve akabindeki isyanı göstermek, yüzleştirmek. İzleyen çoğu kişi de bunu biliyor, hissediyor sanırım.
Bu nedenle kararın uygulanmasına dair son durum ne oldu bilmiyorum ama çok ağır ve anlattığım açıdan da yersiz buluyorum bu cezayı.
(HS/EMK)
*Katarsis, Aristoteles’e göre izleyicinin acı, korku, öfke gibi güçlü duygular aracılığıyla yaşadığı ruhsal arınmadır.”