Pandemi sonrası; yaşanabilir şehirler ve geleneksel mahalle anlayışımız

WRI Türkiye Sürdürülebilir Şehirler, Yaşanabilir Şehirler Forumu’nu ‘COVID-19 Sonrası Şehirler’ temasıyla gerçekleştirdi. Forumda COVID-19’un şehir planlaması, kent içi ulaşım ve enerji verimliliğine etkileri farklı boyutlarıyla ele alındı.
Herkes için daha yaşanabilir şehirler yaratmak için çalışan WRI Türkiye Sürdürülebilir Şehirler 2013’ten bu yana, yerel ve merkezi yönetimlerden temsilcilere Türkiye’den ve dünyadan yenilikçi ve başarılı şehircilik uygulamalarıyla yol göstermek amacıyla Yaşanabilir Şehirler Sempozyumu’nu düzenliyor. Her sene 400 kadar kişinin katıldığı etkinlik bu yıl COVID-19 nedeniyle online olarak gerçekleştirildi.
Konuşmacılar arasında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Enerji Verimliliği ve Çevre Dairesi Başkanı Dr. Oğuz Can, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Daire Başkanı Utku Cihan, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı İklim Değişikliği ve Çevre Portföy Yöneticisi Nuri Özbağdatlı, Birleşmiş Milletler Habitat Şehir Plancısı Pınar Çağlın ve World Resources Institute (WRI) CEO’su Andrew Steer yer aldı.
Salgınla en ön cephede mücadele edenlerin kent yönetimleri olduğunu, bu konuda da kentlerin birbirinden öğreneceği çok şey olduğunu vurgulayan WRI Türkiye Sürdürülebilir Şehirler Direktörü Dr. Güneş Cansız şöyle dedi: “COVID-19 ile birlikte kentsel alanda insan yakınlığına dayanan her şey, ulaşım, altyapı, konut kullanımları, kültür sanat hizmetlerinin sunulma biçimleri, kentlerin ekonomiyi üretim ve dağıtım yapısı ve bu yapıya sosyal katılım sorgulanmaya başlandı.
Ulaşım, dağıtım, depolama alanları ile çalışma ve yaşama alanlarının daha farklı planlanabileceği fikri ortaya çıktı. Bu anlayış önümüzdeki yıllarda kent planlamasına daha derinden ve dönüştürücü biçimde yansıyacak. Salgın dünya genelinde kentlerde planlama ve tasarımı, enerji kullanımını, hareketlilik modellerini, konut tercihlerini, yeşil alanları ve ulaşım sistemlerini dönüştürdü, dönüştürüyor. Değişikliklerin bir kısmı geçiciyken bir kısmı kalıcı. Kentler de aynı şekilde kullanım değişikliklerine geçici ya da kalıcı çözümlerle cevap veriyor.”
NORMALA DÖNÜŞ 20 TRİLYON DOLAR
WRI CEO’su Steer ise “Önümüzdeki iki yıl içinde dünya, normale dönmek için 10 ila 20 trilyon dolar harcayacak. Bu kaynakların geçmişin ekonomisi yerine yarının ekonomisine yatırılması çok önemli. Şehirler de bu işin tam merkezinde. Son 100 yılda şehirlerimizi insanlardan ziyade otomobiller için tasarladık. Bunun değişmesi gerekiyor. Önümüzdeki 10 yıl içinde, sıfır karbonlu toplu taşıma ile bağlantılı olarak elektrikli, otonom ve paylaşımlı ulaşıma doğru ilerlerken önemli bir devrime tanık olabiliriz” diye konuştu.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Enerji Verimliliği ve Çevre Dairesi Başkanı Dr. Oğuz Can da “Salgın süreci bize esnek, çevik ve yerli üretimin, tedarik zincir yönetiminin, dijitalleşmenin, derinleşen küresel ekonomik daralma ile rekabetçiliğin, istihdamın ve kamu politikalarının önemini bir kez daha hatırlatmıştır” açıklamasını yaptı.
ULAŞIMDA YEDİ ADIMLIK STRATEJİ 
Dr. Güneş Cansız “Salgın döneminde insanlar açık havaya erişimin yaşamları için ne derece kritik bir öneme sahip olduğunu anladı. Dünyanın en önemli metropolleri daha desentralize (merkezsizleşmiş), daha az nüfusun bir arada yaşayabileceği, daha mahalle ve kamusal alan odaklı planlama anlayışını benimsemeye başladı. Bizler de kültürümüzde halihazırda var olan mahalle kültürünü ön plana çıkartmalı, bunu sürdürülebilir ve ekolojik planlama çözümleriyle harmanlamalıyız” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Salgın sürecinde dünyada birçok şehir ulaşım sistemlerini tekrar inşa etmek için yedi adımlı bir strateji izlemeye başladı.
Buna göre toplu taşıma için özel bir komite kurulmalı. Toplu taşıma operasyonlarına yönelik politikalar geliştirilmeli, personel, yolcu sağlığı ve güvenliği için hizmet sağlanmalı. Ara toplu taşıma (dolmuş, minibüs) işletmecilerine yönelik politikalar belirlenmeli. Taksi hizmetlerine yönelik politikalar ele alınmalı. Motorsuz ulaşım seçenekleri olan yürüme ve bisikletli ulaşıma yönelik politikalar geliştirilmeli. Ayrıca otobüs, metro, tramvay gibi farklı ulaşım türleri birbiriyle entegre olmalı. Bütünleşik ve etkileşimli bir ulaşım sisteminin yeniden tahsisine yönelik bu adımlar atılırken bir finansman mekanizması kurulmalı.”

Geleneksel Mahalle Anlayışımız Dirençli Kentlerin Anahtarı

Şub 16, 2021

Salgın, başladığından beri gerek bireysel gerekse toplumsal yaşantımızda pek çok şeyi beklemediğimiz ölçüde değiştirdi. Kent hayatının olmazsa olmazı olan ‘bir araya gelme’ eyleminden kaçınır olduk bir kere. Bu durum tüm yaşamımıza, çalışmamıza, ulaşımımıza, eğitimimize ve sosyalleşmemize yansıdı.

Pandemi sonrası şehircilik adına dünyada atılan adımlar neler?

Uluslararası mimarlık ve tasarım firması WATG’nin geliştirdiği ‘Yeşil Blok’ yaklaşımı, New York sokakları için yeşil, arabasız, açık hava odaklı bir sokak tasarımı öngörüyor. Çin’de 20. yüzyılın “bahçe şehri” yaklaşımına atıfla, metropollerden sürdürülebilir tarım arazileri ve yeşil kuşaklarla ayrılmış, sağlık bilincine sahip mini uydu yerleşimler oluşturulması planlanıyor. Paris’in ’15 dakikalık şehir yaklaşımı’ kent sakinlerinin ihtiyaç duyduğu hizmetleri en kısa mesafede alabilmesine dayanıyor. Ayrıca ulaşımda ise bisiklet kullanılması amaçlanıyor.

Özellikle İstanbul gibi metropolleri düşündüğümüzde Türkiye için en ideal şehir planlama yaklaşımı nedir?

Büyük kentler ulaşım, ekonomi ve nüfusun yığılma noktaları. Bu yığılma dengeli dağılmadığında ulaşım, konut, çalışma gibi alanlarda sorun çıkabilir. Türkiye’de 30 büyükşehir belediyesi var. İstanbul nüfusu büyükşehir olma kriteri olan 750 binlik alt sınırın yaklaşık 22 katı. İstanbul’un nüfus yoğunluğunu planlamadan önce, Türkiye kentleri arasındaki dengesiz nüfus dağılımını planlamak gerek. Bunun için de sanayinin farklı dallarıyla, eğitimle, sağlıkla, turizmle ön plana çıkan, farklı coğrafi bölgelerden yeni çekim merkezi kentler oluşturmak gerekiyor. Farklı kentler çalışma ve yaşama anlamında cazip hale getirilmediği sürece nüfus yoğunluğunu, İstanbul sınırları içinde geliştirecek bir planlama ya da projeyle çözmek oldukça güç.

Şehircilik uzun soluklu düşünmeyi gerektirir. Gelecek için bugünden ne yapabiliriz?

Kent ve çevresindeki bölge bir bütün. Kentlerin doğal kaynakları ve gıdayı sadece ‘tüketen’ taraf olmaması, yeşille ve tarımla bütünleşmiş ‘üreten’ tarafa geçmesi sağlanmalı.

Eskiden olduğu gibi çocukların mahalle mektebine gittiği, alışverişin karşı bakkaldan yapıldığı düzen en ideali diyebilir miyiz?

Parklarla, pazar alanlarıyla, yeşil alanlarla, bostanlarıyla yerel üretim ve tüketimin mümkün olduğu; paylaşmanın, selamlaşmanın hala değer olduğu mahallelerimizi geliştirmemiz bugünün ve geleceğin krizlerinin üstesinden gelmemiz ve güncel tanımla daha dirençli kentler yaratmamız için çok önemli bir seçenek.

Şehirlerde ulaşımı nasıl sağlayacağız?

Kentler artık taşıt odaklı planlama anlayışından vazgeçmeli. Pek çok firma salgın sonrasında ofis bağımsız çalışma modellerine geçiş planlıyor. Özel araç kullanımı yerine, hijyenik, kalabalık olmayan ve sefer sıklığı arttırılmış toplu taşıma imkanları çoğalmalı. Bisiklet, scooter ve yürüme yaygınlaşmalı. Bunun için de kentsel kullanım alanlarının uzak mesafelere yayılmadan tasarlanması gerek. Artık milyonları her gün aynı saatleri evden çıkaracak sistemleri terk etmek gerekiyor.

Türkiye’de hayata geçirilen projeler neler?

Kent içi bisikletli ulaşımın planlanması salgın döneminde ivme kazandı.Örneğin bisiklet ve yaya eylem planı hazırlayan İzmir, kentin çeşitli alanlarında bisiklet yolları inşa ediyor. Ankara’da ‘çevre dostu ulaşım dönemi’ başladı. İstanbul da bisiklet yollarını hızla arttırma çabası içinde. Anadolu’nun pek çok kentinde bisiklet kullanımı bir kültür olarak var ve ne mutlu ki yerel yönetimler de bu kültüre ve halkın talebine uygun projeler geliştirmeye başladı.

HİJYEN ÖNLEMLERİYLE TOPLU TAŞIMADA COVID-19’UN ÖNÜNE GEÇMEK MÜMKÜN MÜ?

Celal Tolga İmamoğlu    23 February 2021

Kasım 2020’de, Londra’nın en önemli demiryolu işletmecilerinden biri olan Govia Thameslink Railway (GTR), filosundaki trenlerde yaptığı kontrollerin neticesinde araçlarında COVID-19 virüsüne dair kanıt bulanamadığını açıkladı. GTR, halihazırda kullandıkları anti-viral dezenfektanın vagon içindeki yüzeyleri üç hafta boyunca COVID-19’dan arındırdığını söyledi.

Duyuru, Transport for London tarafından yaptırılan benzer testlerde, metro ve otobüs ağındaki “dokunma alanlarında” virüse dair hiçbir kanıt bulunmaması sonrasında geldi. GTR, Southern, Thameslink ve Great Northern araçlarında yapılan rastgele testlerin, virüs önleyici temizleyicinin yüzeyleri mikroorganizmalardan 23 güne kadar koruduğunu belirledi.

Testler, Eurofins Scientific laboratuvarı tarafından analiz edilen sürüntüleri alan GTech Strategies ve diğer bağımsız kuruluşlar tarafından gerçekleştirildi. Örnekler, sürekli kullanımda olan tutunma boruları, masalar, tuvalet kolları, kapı düğmeleri ve sürücünün elektrikli fren kumandalarından alındı. Laboratuvar mikrobiyolojik testleri, test edilen yüzeylerin hiçbirinde COVID-19 bulunmadığını gösterdi.

Bu tip araştırmalar ve onların bulgularına dair açıklamalar bize, sağlık yetkilileri tarafından önerilen önlemler uygulandığında, toplu taşıma araçlarında COVID-19’a yakalanma riskinin çok düşük olduğunu göstermektedir. Lakin, ülkemizde toplu taşıma sistemlerinde azalan talep ve buna bağlı olarak işletmecilerin halihazırda karşı karşıya kaldıkları finansal sürdürülebilirlik zorlukları düşünüldüğünde en önemli noktanın esasen atlandığını görmekteyiz.

Bu nedir diye soracak olursanız: Veriye dayalı bilimsel çalışmaların yürütülmesi ve bu çalışmaları takiben güçlü ve etkili kamusal paylaşım ile yolcuların güveninin tekrardan kazanılmasıdır. Güncel 15 dakikalık şehir tartışmalarından hareketle, günümüz kentlerinin halihazırdaki yoğunluğu ve mevcut arazi kullanımlarına bağlı gelişimleri göz önünde tutulduğunda, ne Türkiye’de ne de başka bir ülkede toplu taşımanın yerini; kapasite, sürdürülebilirlik, güvenlik ve çevreci sıfatları ile doldurabilecek başka bir sistem yoktur.