GEZEGEN VE İNSANLIK İÇİN KIRMIZI ALARM World Wildlife Found
Yaban hayatı popülasyonu yüzde 69 azaldı

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) ve Londra Zooloji Derneği’nin (ZSL) iki yılda bir hazırladığı Yaşayan Gezegen serisinin 2022 Yaşayan Gezegen Raporu yayımlandı.
WWF – Türkiye Yaşayan Gezegen Raporu 2022’ye göre, yaban hayatında omurgalı popülasyonu 1970’ten bu yana ortalama yüzde 69 oranında azaldı.
Latin Amerika, yüzde 94 ile popülasyon oranının en fazla düştüğü bölge olurken, tatlı su türleri popülasyonları da yüzde 83’le küresel ölçekte en büyük genel düşüşü yaşadı.
Habitat kaybı, avcılık, istilacı türler, kirlilik, iklim krizi ve hastalıkları; biyo çeşitliliğin azalmasındaki önemli etkenler olarak tanımlayan rapor, politika üreticilerini doğal kaynakların gerektiği gibi değerlendirilmesi için ekonomilerini dönüştürmeye çağırdı.
Ulaşılamayan hedefler ve kayıplar
Yaşayan Gezegen Raporu 2022’de öne çıkan bulgular ise şöyle:
- Okyanuslardaki 31 köpekbalığı ve vatoz türünden 18’inin küresel bolluğu son 50 yılda yüzde 71 azaldı.
- Sıcak su mercanlarının yaklaşık yüzde 50’si çeşitli sebeplerden ötürü yok oldu.
- Avustralya’da 2014 yılında tek bir sıcak günde 45.000’den fazla uçan tilki yarasası öldü.
- Kosta Rika’daki bulut ormanlarında normal olarak görülen sisli günlerin giderek azalmasıyla altın kurbağanın nesli 1989 yılında tükendi.
- Avustralya ve Papua Yeni Gine arasındaki küçük bir adada yaşayan küçük Bramble Cay melomys kemirgeninin nesli, yükselen deniz seviyesi ve bir dizi şiddetli fırtınayla yaşam alanının sular altında kalması ve beslendiği bitki örtüsü ile yuvalama alanlarının yok olmasının ardından 2016 yılında tükendi.
- Tatlı suda göç eden balık popülasyonlarında (kısmen ya da sadece tatlı su habitatlarında yaşayan balıklar) 1970 ile 2016 yılları arasında ortalama yüzde 76’lık bir düşüş görüldü.
- 1,5 derecelik bir ısınma sıcak su mercanlarının yüzde 70-90’ının, 2 derecelik bir ısınma ise yüzde 99’dan fazlasının kaybına neden olacak.
- 2020 için belirlenen 20 Aichi biyoçeşitlilik hedefinden hiçbirine tam olarak ulaşılamadı.
- Paris Anlaşması’nın, sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutma hedefine ulaşmayı başaramıyoruz. Mevcut taahhütlerle, sıcaklık artışı 2 -3 derece, hatta daha bile yüksek olabilir. 1,5 derece hedefine giden yolda ilerlemek için küresel emisyonları 2030 yılına kadar mevcut seviyenin yarısına indirmemiz ve yüzyılın ortasına kadar net sıfıra ulaşmamız gerekiyor.
- 1,5 derece sınırını 2040’tan önce aşmamız muhtemel görünüyor.
“Korkunç sonuçlar doğurabilir”
WWF ABD Direktörü Carter Roberts, “Dünya, geleceğimizin iklim değişikliğini ele almaya olduğu kadar doğal yaşam kaybını tersine çevirmeye de bağlı olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor. Birini çözmeden diğerini çözemezsiniz,” dedi.
WWF için çalışan bilim insanlarından Rebecca Shaw ise “Yaban hayatı popülasyonlarındaki bu düşüşler sağlığımız ve ekonomimiz için korkunç sonuçlar doğurabilir. Doğal sistemlerin çökmesini derinden önemsemeliyiz çünkü aynı kaynaklar insan yaşamını sürdürür,” dedi.
Raporda, yerli halkların ve yerel toplulukların haklarını, yönetimini ve liderliğini tanımanın ve bunlara saygı duymanın, doğaya pozitif bir gelecek sağlamak için zorunlu olduğu vurgulandı.
WWF hakkında
5 milyonun üzerinde destekçisi ve 100’den fazla ülkedeki küresel ağı ile dünyanın en büyük ve en deneyimli bağımsız doğa koruma kuruluşlarından biri. WWF’in misyonu biyolojik çeşitliliğin korunması, yenilenebilir doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımının sağlanması ve aşırı tüketim ile kirliliğin azaltılması suretiyle doğal çevredeki bozulmanın durdurulması ve insanın doğa ile uyum içinde yaşadığı bir geleceğin kurulması. ZSL hakkında 1826’da kurulan Londra Zooloji Derneği (ZSL), doğal hayatın zenginleşerek büyüyebileceği bir dünya için çalışan uluslararası bir kuruluş. ZLS misyonunu, dünya çapında yürüttüğü bilimsel çalışmalar ve koruma girişimleri aracılığıyla ve Londra ve Whipsnade hayvanat bahçelerini ziyaret eden milyonlarca kişinin desteğini alarak gerçekleştirir. |
* Raporun tamamını okumak için tıklayın.
1 “DOĞA POZİTİF” BİR TOPLUM İNŞA ETMEK 2022 YAŞAYAN GEZEGEN RAPORU BU RAPOR ZSL İŞBİRLİĞİ İLE HAZIRLANMIŞTIR.
WWF WWF, 5 milyonun üzerinde destekçisi ve 100’den fazla ülkedeki küresel ağı ile dünyanın en büyük ve en deneyimli bağımsız doğa koruma kuruluşlarından biridir. WWF’in misyonu biyolojik çeşitliliğin korunması, yenilenebilir doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımının sağlanması, aşırı tüketim ile kirliliğin azaltılması suretiyle doğal çevredeki bozulmanın durdurulması ve insanın doğa ile uyum içinde yaşadığı bir geleceğin kurulmasıdır.
Zooloji Enstitüsü (Londra Zooloji Derneği) Londa Zooloji Derneği, yaşamın mucizesini ve çeşitliliğini yeniden tesis etmek için insanların ve yaban hayatının birlikte daha iyi yaşamasına yardımcı olan küresel bir bilim odaklı koruma kuruluşudur. Dernek, nesli tükenmekte olan ve nesli tükenebilecek hayvanları kurtarmak için birlikte çalışman koruma uzmanlarından oluşan güçlü bir harekettir. Londra Zooloji Derneği, Yaşayan Gezegen Endeksi®’ ni WWF işbirliği ile hayata geçirmektedir.
WWF YAŞAYAN GEZEGEN RAPORU
2022 Bugün, mevcut ve gelecek nesillerin refahını tehdit eden, insan kaynaklı iklim değişikliği ve biyo-çeşitlilik kaybı gibi birbiriyle bağlantılı iki acil durumla karşı karşıyayız. Geleceğimiz biyo-çeşitliliğe ve istikrarlı bir iklime bağlı olduğundan, iklim değişikliğinin doğanın çöküşüyle nasıl bağlantılı olduğunu anlamamız elzemdir. Bu bağlantının doğası, insanlar ve biyo-çeşitlilik üzerindeki etkileri ve pozitif, adil ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etmek, Yaşayan Gezegen Raporu’nun bu sayısında ele alınan başlıca konulardır.
Bu karmaşık ve iç içe geçmiş zorlukları ele alırken, her duruma uyan tek bir çözümün ya da tek bir bilgi kaynağının olmadığının farkındayız. Bu nedenle, bu sayıyı hazırlamak için çok sayıda sesi bir araya getirdik ve dünyanın dört bir yanından farklı bilgi kaynaklarından yararlandık. Karada, tatlı sularda ve denizlerde birçok bitki ve hayvan türünün doğal yaşam alanlarını yok eden veya parçalayan arazi kullanımı değişiklikleri, doğaya yönelik mevcut en büyük tehdidi teşkil ediyor. Öte yandan, küresel sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlandırmayı başaramazsak, önümüzdeki yıllarda iklim değişikliği biyoçeşitlilik kaybının baskın sebebi haline gelecek.
Yükselen sıcaklıklar halihazırda toplu ölümlere sebep olurken, bazı türlerin tamamen yokoluşunu da beraberinde getiriyor. Derecenin onda biri oranında gerçekleşen her bir birim sıcaklık artışının, bu kayıpları ve insan hayatı üzerindeki olumsuz etkileri artırması bekleniyor. Raporumuzda, iklim ve biyoçeşitlilikte görülen değişikliklerden en çok etkilenen insanların bununla nasıl başa çıktıklarına ilişkin üç hikâyeye yer verdik. Biyoçeşitlilik göstergeleri, dünyamızın zaman içinde nasıl değiştiğine dair bize bilgi verir. 50 yıla yakın bir süredir doğanın sağlığını takip eden Yaşayan Gezegen Endeksi, dünya genelinde memeli, balık, sürüngen, kuş ve amfibi türlerinin bolluğuna dair eğilimleri izleyen bir erken uyarı sistemi vazifesi görmektedir. Bugüne kadarki en kapsamlı bulguları içeren bu sayı, 1970 ve 2018 yılları arasında dünya genelinde izlenen yaban hayatı omurgalı popülasyonlarında ortalama % 69’luk bir düşüş yaşandığını göstermektedir. Latin Amerika, en büyük düşüşün yaşandığı bölge olurken (% 94), tatlı su türleri popülasyonları küresel ölçekte en büyük genel düşüşü yaşamıştır (% 83).
ÖZET I Yeni haritalama analiz teknikleri, biyoçeşitlilik ve iklimde görülen değişikliklerin hem hızı hem de ölçeği hakkında daha kapsamlı bir durum tespiti sunuyor. Biz de raporumuzda, IPCC 2. Çalışma Grubunun Şubat 2022’de yayımlanan raporu için oluşturulan yeni biyoçeşitlilik risk haritalarına yer veriyoruz. Bu haritalar, 1 milyon saatten fazla süren bilgisayar işlemlerini içeren onlarca yıllık çalışmanın sonucudur. IUCN Kırmızı Liste verilerini kullanan bir diğer analiz sayesinde, kara omurgalılarını tehdit eden altı temel risk alanını (tarım, avcılık, ağaç kesme, kirlilik, istilacı türler ve iklim değişikliği) üst üste bindirerek, ‘sıcak tehdit noktalarının’ altını çiziyoruz.
2020 Yaşayan Gezegen Raporu’nda yer alan “Düşüş Eğrisini Tersine Çevirmek” çalışması gibi senaryolar ve modellerle, bir dizi iklim ve kalkınma senaryosu altında biyoçeşitlilik kaybını en etkili şekilde nasıl ele alabileceğimizi gösteren ‘menüler’ oluşturabilir ve insan ile doğanın birlikte gelişebileceği bir gelecek hayal edebiliriz. Araştırmacılar bu çalışmayı, eşitlik ve adalet bileşenlerini de ekleyerek, zenginleştirmenin yollarını araştırıyorlar. Bu, mevcut gidişatımızı değiştirmek için gereken acil ve benzeri görülmemiş eylemleri daha iyi belirlememize yardımcı olabilir. Fikir seviyesinden uygulama seviyesine geçmek için dönüşümsel değişime, diğer bir deyişle, ezber bozan bir değişime ihtiyaç duyacağımızı biliyoruz. Üretim ve tüketim biçimlerimizde, kullandığımız teknolojilerde, ekonomik ve finansal sistemlerimizde köklü değişikliklere ihtiyacımız var. Bu değişikliklerin temelinde, politika yapım süreçlerinde ve günlük yaşamımızda, amaç ve hedeflerden değerlere ve haklara doğru bir geçiş olmalı.
Bu geçişi hızlandırmak için 2021 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, her yerde herkesin temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu kabul etti. Yönetim erkine sahip olanlar için bu koşulu sağlamak artık bir seçenek değil, bir zorunluluk. Yasal olarak bağlayıcı olmamakla birlikte, ilgili BM kararının, tıpkı 2010 yılında su hakkına ilişkin daha önce alınan kararların milyonlarca insana güvenli su sağlama konusundaki ilerlemeyi hızlandırdığı gibi, bu konuda da eyleme geçişi hızlandırması bekleniyor. Yaşayan Gezegen Raporu’nun bu sayısı, gezegenin bir biyoçeşitlilik ve iklim krizinin ortasında olduğunu ve harekete geçmek için son bir şansımız kaldığını doğruluyor.
Bunun için, doğa koruma çabasının ötesine geçmeliyiz. “Doğa pozitif” bir gelecek için nasıl ürettiğimiz, nasıl tükettiğimiz, nasıl yönettiğimiz ve neyi finanse ettiğimiz hakkında köklü değişimlere girişmeli, oyunun kurallarını değiştirmeliyiz. Umarız bu rapor size bu değişimin bir parçası olmanız için ilham verir. Mesaj açık ve kırmızı ışıklar yanıp sönüyor. Omurgalı yaban hayatı popülasyonlarının küresel durumuna ilişkin şimdiye kadarki en kapsamlı raporumuz dehşet verici rakamlar sunuyor: 50 yıldan kısa bir süre içinde küresel Yaşayan Gezegen Endeksi’nde üçte iki oranında şok edici bir düşüş görüldü.
Üstelik bu düşüş, birbiriyle bağlantılı iklim ve doğa krizlerinin derinleşen etkileri ile biyo-çeşitliliğin, insanlar ve dünyadaki tüm canlıların yaşamlarının bağlı olduğu birçok doğal sistemin sağlığını, üretkenliğini ve istikrarını korumada oynadığı temel rolü nihayet anlamaya başladığımız bir zamanda gerçekleşiyor. Küresel COVID-19 salgını birçoğumuza aslında ne denli kırılgan olduğumuzu gösterdi. Doğaya sorumsuzca hükmetmeye devam edebileceğimiz, doğayı hafife alabileceğimiz, kaynaklarını savurgan ve sürdürülemez bir şekilde kullanabileceğimiz ve herhangi bir bedel ödemeden doğal kaynakları düzensiz bir şekilde dağıtabileceğimiz yönündeki varsayımların ne kadar geçersiz olduğunu görmeye başladık.
Artık bazı bedellerin ödeneceğini biliyoruz. Bazıları hali hazırda görülmeye başlandı; aşırı hava koşullarından kaynaklanan can ve mal kayıpları; kuraklık ve sellerle ağırlaşan yoksulluk ve gıda güvenliği sorunu; toplumsal karışıklıklar , artan göç dalgaları ve tüm dünyayı dize getiren zoonotik (hayvan kaynaklı) hastalıklar.
Doğanın kaybı, etik veya ekolojik bir mesele olarak algılanmaktan çıktı; ekonomimiz, sosyal istikrarımız, bireysel refahımız ve sağlığımız için hayati önemi dikkate alınarak daha geniş anlamda yorumlanıyor ve bir adalet meselesi olarak görülüyor. Çevresel kayıplardan en çok dünyanın en savunmasız toplulukları etkileniyor; çocuklarımıza ve gelecek nesillere korkunç bir miras bırakıyoruz. İklim için olduğu gibi doğa için de küresel bir plana ihtiyacımız var. Küresel hedefimiz: “doğa pozitif” Neler olduğunu biliyoruz, riskleri biliyoruz, çözümleri de biliyoruz. Tek yapmamız gereken, bu varoluşsal zorlukla başa çıkmak için tüm dünyayı bir plan etrafında birleştirmek.
Tüm dünyada kabul gören ve yerelde uygulanabilecek bir plan. Aynı 2016 Paris Anlaşması’nda 2050 yılına kadar net sıfır emisyon hedefini koyduğumuz gibi, doğa için de ölçülebilir ve zamana bağlı küresel bir hedefi açıkça ortaya koyan bir plan çizmeliyiz. Peki biyo-çeşitlilik için ‘net-sıfır emisyon’ eşdeğeri ne olabilir? Doğa için net-sıfır kayıp gibi bir hedef koymak ve bu hedefe ulaşmak kesinlikle yeterli değildir; doğanın kaybını durdurmakla kalmayıp doğayı eski haline getirmek için doğa pozitif veya net-pozitif hedefi koymalıyız. Doğa kaybı geçmişten bugüne o kadar hızlı yaşandı ki, hedefimizin o derece iddialı olması gerekiyor.
Ayrıca, imkan tanındığında doğanın kendini hızla toparlayabileceğini de gördük. Bugüne kadar doğanın ve yaban hayatının geri dönüşü konusunda, ormanlardan sulak alanlara, kaplanlardan orkinoslara, arılardan solucanlara kadar pek çok yerel örnekle karşılaştık. Doğa pozitif hedefine 2030’a kadar ulaşmalıyız. Bu da basit bir ifadeyle, önümüzdeki on yılın sonuna geldimizde, 2020’ye kıyasla doğayı daha da büyütmemiz gerektiği anlamına geliyor (Bkz. sayfa 98’deki açıklayıcı bilgi grafiği). Daha fazla doğal orman, okyanus ve nehir sistemlerinde daha fazla balık, tarım alanlarımızda daha fazla polen taşıyıcı, dünya çapında daha fazla biyo-çeşitlilik…
Doğa pozitif bir gelecek, iklim, gıda ve su güvenliğimiz de dahil olmak üzere pek çok alanda insanın refahına ve ekonomisine sayısız fayda sağlayacaktır. Birbirini tamamlayacak, 2050 yılına kadar net-sıfır emisyon ve 2030 yılına kadar net-pozitif biyo-çeşitlilik hedefleri, bizi insanlık için güvenli bir geleceğe yönlendirecek, sürdürülebilir bir kalkınma modeline geçişte bize rehberlik edecek ve 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin gerçekleştirilmesini destekleyecek bir pusula görevi görecektir.
Aralık 2022’de Kanada’nın Montreal kentinde Çin’in başkanlığında düzenlenecek BM Biyo-çeşitlilik Sözleşmesi’nin uzun zamandır beklenen 15. Taraflar Konferansı’nda (COP15) bir araya gelecek dünya liderlerini, doğa pozitif bir misyonun kabulü için kaçırılmaması gereken bir fırsat bekliyor. Böyle bir misyon etrafında birleşmek, iddialı ve ölçülebilir amaç ve hedefler belirlemek açısından kilit önem taşıyor. Bu aynı zamanda, hükümetleri, toplumları, işletmeleri, finans kuruluşlarını ve hatta tüketicileri aynı ortak küresel hedefe katkıda bulunmaları için uyumlu bir şekilde harekete geçirmenin ve tüm toplumu kapsayan bir yaklaşıma ilham vermenin anahtarı.
Son olarak, söz konusu misyonun belirlenmesi, iklim eylemi kapsamında tanık olmaya başladığımız hesap verebilirliği yaygınlaştırmanın da anahtarı. Nasıl ki küresel seviyede belirlenen ‘2050’ye kadar net sıfır emisyon’ hedefi enerji sektörünü yenilenebilir enerji kaynaklarına yönlendirdiyse, ‘2030’a kadar doğa pozitif’ hedefi de doğa kaybına neden olan tarım, balıkçılık, ormancılık, altyapı ve madencilik sektörlerini de değiştirerek, inovasyona yön verecek ve bu sektörlerin sürdürülebilir üretim ve tüketime yönelik hareketlerine ivme kazandıracak.
Toplumumuz tarihi boyunca karşı karşıya kaldığı en önemli yol ayrımında. Belki de tüm ilişkilerimiz içinde en varoluşsalı olan doğa ile ilişkilerimiz konusunda derinlemesine bir sistem değişikliği sorunuyla karşı karşıyayız. Bir taraftan da tüm bunlar, doğanın bize olduğundan çok daha fazla bizim doğaya bağımlı olduğumuzu anlamaya başladığımız bir zamanda gerçekleşiyor. Bu nedenle, COP15 biyo-çeşitlilik konferansı, dünyanın doğa için bir araya geldiği tarihi bir ana dönüşme potansiyelini taşıyor.
Bu rapor, Yaşayan Gezegen Endeksi’nden derlenen şimdiye kadarki en büyük veri setini ve doğanın küresel durumuna ilişkin çok çeşitli seslerin ve bakış açılarının sentezlendiği en kapsamlı analizi sunuyor. Elde edilen bulgular oldukça çarpıcı. Dünyayı eski sağlığına yeniden kavuşturmak için ivedilikle harekete geçmemiz gerekirken, doğa kaybının tersine çevrilmesi bir yana, durdurulduğuna dair hiçbir emare yok. Politika yapıcılar ve özel sektör tarafından verilen bir dizi taahhüde rağmen, omurgalı popülasyonlarındaki azalma eğilimi devam ediyor. Gezegen genelinde 5.230 türün yaklaşık 32.000 popülasyonundan toplanan veriler, toplumun doğayla ilişkisini dönüştürmek için geniş tabanlı eylemlerin planlandığı BM Biyoçeşitlilik On Yılı’nın hedeflerine ulaşma yolunda çok geride kaldığımızı gösteriyor.
Doğanın ve iklimin tüm dünyada karşı karşıya olduğu acil durumun etkileri şimdiden duyumsanıyor. Giderek sıklaşan aşırı hava olayları nedeniyle yaşanan zorunlu yer değiştirmeler ve ölümler, artan gıda güvenliği sorunu, niteliğini kaybeden topraklar, tatlı suya erişim sıkıntıları ve zoonotik hastalıkların yayılmasındaki artış bunlardan sadece birkaçı. Hepimiz bu etkileri hissetsek de toplumun en yoksul ve en marjinal kesimleri bunlardan orantısız bir şekilde etkileniyor.
Latin Amerika, özellikle de Amazon bölgesi ile ilgili olarak rapora dahil ettiğimiz veri miktarını önemli ölçüde artırdık. Raporumuzda, bölgedeki çalışmalar hakkında bilgi veriyoruz. Ormansızlaşma oranları arttığı için bu bilgiler özel önem taşıyor. Bölgedeki ormanların %17’sini kaybetmiş durumdayız; %17’si ise bozuk durumda. Son araştırmalar, en büyük tropikal yağmur ormanımızın artık işlevini yerine getiremeyeceği eşiğe hızla yaklaştığını gösteriyor. Bu durum, arazi gaspı ve habitat dönüşümünün insan ve yaban hayatı üzerindeki doğrudan etkilerinden, yağış ve topraktaki değişikliklere ve bunların aşırı iklim değişikliğini önlemeye yönelik küresel çabalar üzerindeki yıkıcı etkilerine kadar karşılaştığımız zorluklardan bazılarını gözler önüne seriyor.
Küresel sıcaklıklarda 1.5°C’yi aşan tehlikeli artışı önlemek ve halen yaşamakta olduğumuz iklim değişikliğine insanın uyum sağlamasına yardımcı olmak için, etki azaltma eylemlerine bir an önce hız vermeliyiz. Doğayı ve doğanın temiz hava, tatlı su, gıda, yakıt ve lif kaynağı olarak sağladığı somut hizmetler ile yaşamımıza ve refahımıza fayda sağladığı birçok manevi hizmeti onarmamız gerekiyor. Son olarak, bizleri harekete geçme konusunda GENEL DURUMA BAKIŞ güçlendirecek, bizi daha sürdürülebilir bir yola sokabilecek değerlerin ve bilgi sistemlerinin çeşitliliğini kapsayacak ve eylemlerimizden kaynaklanan maliyet ve faydaların sosyal olarak adil ve eşit bir şekilde paylaşılmasını sağlayacak kapsayıcı bir toplumsal yaklaşıma ihtiyacımız var.
Yaşayan Gezegen Raporu’nun bu sayısı, özellikle gıda, finans ve yönetişim sistemlerimizde her gün yaptığımız bireysel tercihlerden küresel seçimlere kadar değişimin hala mümkün olduğunu göstermek için çeşitli değerleri, sesleri ve kanıtları bir araya getirerek bu yönde bir başlangıç yapıyor. BM Genel Kurulu tarafından Temmuz 2022’de herkes için sağlıklı bir çevre hakkının tanınması; bize iklim bozulmasının, doğa kaybının, kirliliğin ve küresel salgının aslında birer insan hakları krizi olduğunu bir kez daha gösterdi.
BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarında da öngörüldüğü üzere, adil, yeşil ve müreffeh bir geleceğe ancak karşılaştığımız insani ve çevresel zorluklara bütünsel çözümler bulursak ulaşabiliriz. Karşı karşıya olduğumuz krizlerin arasındaki bağlantıları fark ettiğimizde, bu krizlere çözüm bulma şansımız da artacaktır. Birleşmiş Milletler bu yıl Aralık ayında Montreal’de yeni bir Küresel Biyo-çeşitlilik Çerçevesi üzerinde anlaşmak üzere toplanıyor. Bu elimizdeki şans. Bu on yılın sonuna geldiğimizde söz konusu planın yeterli olup olmadığını göreceğiz, çünkü insan ve doğa için verilen mücadele ya kazanılmış ya da kaybedilmiş olacak. Durum pek iç açıcı değil.
Şu ana kadarki tartışmalar, eskimiş fikirlerin ve alışılagelmiş görüşlerin esiri olmuş durumda ve doğa pozitif hedeflere ulaşabileceğimiz bir gelecek için ihtiyaç duyulan cesur adımların atılacağına dair hiçbir belirti yok. Hem adil hem de kapsayıcı bir plana ihtiyacımız var ve bu planın hayata geçirilmesinde herkes rol oynayabilir. Yerel halkların ve toplulukların toprakları, tatlı su kaynakları ve deniz alanları üzerindeki haklarının güvence altına alınmasını da içeren hak temelli bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Doğayı korumanın ve onarmanın tek yolunun, biyoçeşitlilik kaybına ve ekosistemin bozulmasına neden olan ve esasen bu yerlerin dışında yaşayan bizlerin kontrolünde olan küresel gıda sistemi gibi etkenleri ele almak, her şeyden öte, görülmemiş ölçekte ve ivedilikle kalıcı çözümler bulmak olduğunu kabul etmeliyiz. Ya şimdi ya da hiç!
İklim ve biyo-çeşitlilik krizleriyle karşı karşıyayız; bunlar birbirinden ayrı değil, aynı madalyonun iki yüzü. • Arazi kullanımı değişikliği biyo-çeşitlilik kaybının başlıca itici gücü olmaya devam ediyor. • İklim değişikliğinin kademeli etkileri dünyayı şimdiden etkilemeye başladı. • Sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlamadığımız takdirde, iklim değişikliğinin önümüzdeki yıllarda biyo-çeşitlilik kaybının başat nedeni haline gelmesi muhtemel. • Toplulukların kendi bölgelerinde görülen iklim ve biyo-çeşitlilik değişikliklerine uyum sağlamak için sahip oldukları bilgileri nasıl kullandığı, üç hikâyede fotoğraflarla anlatılıyor. •
Göstergeler, dünya genelinde biyoçeşitlilikteki değişimin hızı ve ölçeği ile bu değişimin etkileri hakkında durum tespiti yapmamıza yardımcı olur. • Dünya çapında memelilerin, balıkların, sürüngenlerin, kuşların ve amfibilerin bolluğundaki eğilimleri izleyen Yaşayan Gezegen Endeksi, bir erken uyarı göstergesi işlevi görür. • 2022 küresel Yaşayan Gezegen Endeksi, 1970 ve 2018 yılları arasında izlenen yaban hayatı popülasyonlarında ortalama %69’lik bir düşüş olduğunu gösteriyor. • Latin Amerika, ortalama popülasyon bolluğunda en büyük bölgesel düşüşün yaşandığı coğrafya (% 94).
• İzlenen tatlı su türlerinin popülasyon eğilimlerinde de sert bir düşüş yaşanıyor (%83). • Yeni haritalama analiz teknikleri, biyoçeşitlilik ve iklimdeki değişikliklerin hem hızı hem de ölçeği hakkında daha kapsamlı bir durum tespiti yapmamıza ve doğanın hayatımıza en çok katkıda bulunduğu alanları haritalamamıza olanak tanıyor. • Raporun bu sayısı, dünyanın dört bir yanından 85 yazar tarafından farklı bilgi kaynaklarına dayanılarak kaleme alındı.
Küresel çifte tehdit Değişimin hızı ve boyutu 1. Bölüm 2. Bölüm Doğa-pozitif bir toplum inşa etmek 3. Bölüm • Gezegenimizin sağlığını kaybettiğini ve bunun nedenlerini biliyoruz. • İklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybına karşı harekete geçmemize yardımcı olacak bilgi ve araçlara sahip olduğumuzu da biliyoruz. • Temmuz 2022’de BM Genel Kurulu tarafından “herkes için sağlıklı bir çevre hakkı”nın tanınması; bize iklim sorununun, doğa kaybının, kirliliğin ve pandeminin birer insan hakları krizi olduğunu bir kez daha gösterdi. • Fikir seviyesinden uygulama seviyesine geçmek için bir dönüşümsel değişime, diğer bir deyişle, ezber bozan bir değişimin gerektiğini biliyoruz.
• Üretim ve tüketim biçimlerimizde, kullandığımız teknolojilerde, ekonomik ve finansal sistemlerimizde köklü değişikliklerin yapılması gerekiyor. • İnsanın ve doğanın birlikte varolacağı bir geleceği hayal etmek için, 2020 Yaşayan Gezegen Raporu’nda yer alan “Düşüş Eğrisini Tersine Çevirmek” çalışması gibi bir dizi senaryo ve modeli araştırdık. • Araştırmacılar, iklim değişikliğinin etkilerini giderme çabalarını, eşitlik ve adalet bileşenlerini de ekleyerek zenginleştirmenin yollarını araştırıyor. • Uluslararası ticareti, doğa üzerindeki etkileriyle ilişkilendirmek, biyo-çeşitlilik kaybındaki eğilimi tersine çevirmenin önemli bir adımı.
• Bu karmaşık ve birbiriyle bağlantılı zorlukları aşmak için, herkese uyan tek bir çözüm yok. Amazon’dan Kanada, Zambiya, Kenya, Endonezya ve Avustralya’ya kadar dünyanın dört bir yanından bunu ortaya koyan örnekler derledik.
BİR BAKIŞTA Bu rapor, harekete geçmek için bir sıçrama tahtası, fikir üretmek için bir ilham kaynağı ve dönüşümsel değişim için bir katalizör işlevi görmek üzere tasarlanmıştır. Umarız bu değişimin bir parçası olmada size ilham verir.
Hem iklim krizi hem de biyo-çeşitlilik krizini bir arada yaşıyoruz. Bu krizler, gezegenimizin kaynaklarının sürdürülebilir olmayan kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan, aynı madalyonun iki yüzü. Açık olan bir şey var ki, bu tehditleri iki ayrı mesele gibi ele almaya devam ettiğimiz sürece, hiçbiri için etkili bir çözüm bulamayacağız. Günde 50 cm boy atabilen dev yosun, tüm bitkiler arasında en hızlı büyüyenlerden biri. Bu dev bitkiler deniz tabanından yüzeye doğru 50 metre uzanabilir, yaprakları hava dolu keseciklerle yukarı doğru taşınır. Kanal Adaları Ulusal Parkı, Kaliforniya, ABD.
WWF YAŞAYAN GEZEGEN RAPORU 2022 Biyoçeşitlilik, karada, suda, denizde ve havada, her türden canlı arasındaki etkileşimlerin bir bütünü, genlerin, popülasyonların, türlerin ve ekosistemlerin oluşturduğu yaşamın çeşitliliğidir. Kara, tatlı su ve deniz ekosistemleri, örneğin ormanlar, otlaklar, sulak alanlar, mangrov bataklıkları ve okyanuslar, gıda ve yem, ilaç, enerji ve lif gibi insan refahı için gerekli hizmetleri bize sağlar. Bu ekosistemler iklimi, doğal tehlikeleri ve aşırı doğa olaylarını, hava kalitesini, tatlı su miktarını ve kalitesini, tozlaşmayı ve tohumların yayılmasını, zararlıları ve hastalıkları, toprağı, okyanus asitlenmesini ve habitatların oluşumunu ve sürdürülmesini düzenlerler. Bu ekosistemler aynı zamanda insanlara fiziksel ve psikolojik deneyimler sunar, öğrenme ve esinlenme imkanı verir, aidiyet ve mekan duygusunu destekler.
Yaşamamızı sağlayan her şey doğadan gelir. Arazi ve deniz kullanımındaki değişiklikler, bitki ve hayvanların aşırı tüketimi, iklim değişikliği, kirlilik, istilacı ve yabancı türler; kara, tatlı su ve deniz sistemlerinin bozulmasının arkasında yatan başlıca etkenler. Biyoçeşitlilik kaybı ile ekosistemlerin ve sundukları hizmetlerin bozulmasını doğrudan tetikleyen bu etkenler, hızlı ekonomik büyüme, nüfus artışı, uluslararası ticaret ve teknoloji nedeniyle özellikle son 50 yılda artan enerji, gıda ve diğer kaynaklara yönelik talepten kaynaklanıyor. Gıda, lif, enerji ve ilaç üretimi gibi ticari değeri olan hizmetleri, ticari değeri olmayan ancak ekonomik ve sosyal açıdan daha geniş bir değer sunan hizmetler pahasına tüketmiş olduk. Bugün, bir milyon bitki ve hayvan yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Kuşların, memelilerin, amfibilerin, sürüngenlerin ve balıkların %1,0-2,5’inin nesli çoktan tükendi. Popülasyon bolluğu ve genetik çeşitlilik azaldı. Ayrıca türler, iklim koşullarına göre şekillenmiş yaşam alanlarını kaybediyor. Dünya, sanayi öncesi dönemden bu yana 1,2 derece ısındı. İklim değişikliği, biyo çeşitlilik kaybının henüz ana nedeni olmasa da ısınmayı 2 derecenin altında tutamadığımız ve tercihen 1,5 derece ile sınırlamadığımız sürece, iklim değişikliğinin önümüzdeki dönemde biyo çeşitlilik kaybını ve ekosistem hizmetlerindeki bozulmayı tetikleyen başat etken haline gelmesi muhtemel.
Sıcak su mercanlarının yaklaşık %50’si çeşitli sebeplerden ötürü yok olmuş durumda. 1,5 derecelik bir ısınma sıcak su mercanlarının %70-90’ının, 2 derecelik bir ısınma ise %99’dan fazlasının kaybına neden olacak. Buna rağmen, biyoçeşitliliğin korunması ve eski haline getirilmesi yolunda hiçbir ülke başarı kaydedemedi. Öyle ki 2020 için belirlenen 20 Aichi biyoçeşitlilik hedefinden hiçbirine tam olarak ulaşılamadı. 2020’deki durumun 2010’dakine göre kötüleştiği durumlar da var. Aynı şekilde, Paris Anlaşması’nın, sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutma hedefine ulaşmayı da başaramıyoruz. Mevcut taahhütlerle, sıcaklık artışı 2 -3 derece, hatta daha bile yüksek olabilir.
1,5 derece hedefine giden yolda ilerlemek için küresel emisyonları 2030 yılına kadar mevcut seviyenin yarısına indirmemiz ve yüzyılın ortasına kadar net sıfıra ulaşmamız gerekiyor. Ne yazık ki, 1,5 derece sınırını 2040’tan önce aşmamız muhtemel görünüyor. İklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybı, sadece çevresel değil, aynı zamanda ekonomi, kalkınma, güvenlik, toplum, ahlak ve etik boyutları olan meseleler. Bu nedenle, Birleşmiş Milletler tarafından belirlenen 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacı (SKA) ile birlikte ele alınmalı. Çevresel bozulmanın büyük bir kısmından sanayileşmiş ülkeler sorumlu olsa da bu duruma karşı en savunmasız olanlar, yoksul ülkeler ve yoksul insanlar.
Biyoçeşitliliği koruyup onarmadıkça ve insan kaynaklı iklim değişikliğini sınırlandırmadıkça, özellikle gıda ve su güvenliği, sağlık ve kaliteli yaşam, yoksullukla mücadele ve daha adil bir dünya gibi SKA’lar ulaşılamaz hale gelir. Bu acil durumların üstesinden gelmek için herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Zaten çoğu kişi de artık dönüşümün gerektiğini kabul ediyor. Şimdi sıra bunun eyleme dönüştürülmesinde.
AYNI MADALYONUN I K I YÜZÜ
Bugünkü ve gelecek nesillerin refahını tehdit eden, birbiriyle bağlantılı iki acil durumla karşı karşıyayız: iklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybı. Sir Robert Watson, Hükümetlerarası Biyoçeşitlilik Ekosistem Hizmetleri Paneli (IPBES) ve Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) eski Başkanı WWF YAŞAYAN GEZEGEN RAPORU 2022 18 19 İklim değişikliğinin, yabani türler ve içinde yaşadıkları ekosistemler üzerindeki etkilerinin güncellenmiş bir sentezi, kısa bir süre önce Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC 6. değerlendirme raporu) tarafından yayımlandı11, 170. Bu etkiler arasında ağaçlarda, kuşlarda, yarasalarda ve balıklarda toplu ölümlere yol açan, giderek daha sık görülen sıcak hava dalgaları ve kuraklıklar yer alıyor. Avustralya’da 2014 yılında tek bir sıcak günde 45.000’den fazla ‘uçan tilki’ yarasası öldü. İklimde görülen değişiklikler aynı zamanda binden fazla bitki ve hayvan türünün tüm popülasyonlarının kaybıyla da ilişkilendiriliyor.
Diğer yandan türlerin tümüyle ilk yok oluşlarına da tanık oluyoruz. Örneğin, Kosta Rika’daki bulut ormanlarında normal olarak görülen sisli günlerin giderek azalmasıyla altın kurbağanın nesli 1989 yılında tükendi. Avustralya ve Papua Yeni Gine arasındaki küçük bir adada yaşayan küçük Bramble Cay melomys kemirgeninin nesli, yükselen deniz seviyesi ve bir dizi şiddetli fırtınayla yaşam alanının sular altında kalması ve beslendiği bitki örtüsü ile yuvalama alanlarının yok olmasının ardından 2016 yılında tükendi. Derecenin onda biri oranında gerçekleşen her bir birimlik sıcaklık artışında bu kayıpların çoğalması bekleniyor (Şekil 1). İklim değişikliğinin insan ve doğa üzerindeki kademeli etkileri İnsan kaynaklı küresel ısınma, dünyanın doğal yapısını değiştirirken kitlesel ölümlere ve bazı türlerin tümüyle yok oluşuna neden oluyor.
Derecenin onda biri oranında gerçekleşen her bir birim sıcaklık artışının, bu kayıpları ve insan hayatı üzerindeki olumsuz etkileri artırması bekleniyor. Camille Parmesan (Teorik ve Deneysel Ekoloji (SETE), CNRS, Fransa; Jeoloji Bölümü, Austin Texas Üniversitesi, ABD; Biyoloji ve Deniz Bilimleri Okulu, Plymouth Üniversitesi, İngiltere) Şekil 1: Sanayi öncesi döneme göre kara ve tatlı su biyoçeşitliliğinde öngörülen kayıp Artan küresel ısınma ile biyoçeşitlilik kaybı ilişkisi. Belirli bir alanda uygun iklim koşullarının oluşamaması nedeniyle kayboluşu öngörülen türlerin yüzdesi ne kadar yüksekse, ekosistemin bütünlüğü, işleyişi ve iklim değişikliğine karşı dayanıklılığına ilişkin riskler de o kadar artar.
Haritada kullanılan renkler, belirli bir küresel ısınma seviyesinde, belirli bir alandaki türleri Tehlike Altında statüsüne (Uluslararası Doğa Koruma Birliği, IUCN tarafından tanımlandığı şekilde) getirecek ve yerelde yok olma riskini yükseltecek kadar kötüleşecek iklim koşullarından etkileneceği öngörülen türlerin oranını temsil eder. İklim değişikliğinden zarar görmeyen türler de var. Kuzey ormanlarına saldıran böcekler ve güveler, daha sıcak geçen kış aylarında daha yüksek oranlarda hayatta kalıyor ve yavrulama mevsimi uzadığı için bir yılda daha fazla nesil üreterek Kuzey Amerika ve Avrupa’nın ılıman ve boreal (serin) kuşaklarındaki ağaçların toplu ölümüne neden oluyor. Hem yaban hayatında hem de insanlarda hastalıklara neden olan birçok böcek ve solucan yeni alanlara yayıldı ve Arktik ve Himalaya bölgelerinin yüksek yaylalarında yeni hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmaya başladı.
Isınma aynı zamanda ekosistemlerin işleyişini de değiştirerek, zaman içinde daha fazla ısınmaya neden olan ekolojik süreçleri harekete geçiriyor. Bu süreç ‘pozitif iklim geri beslemesi’ olarak adlandırılıyor. Orman yangınlarındaki artış, kuraklık ve böcek salgınları nedeniyle ağaçların ölmesi, turbalık alanların kuruması ve tundralardaki donmuş toprağın çözülmesi gibi süreçler, ölü bitkilerin ayrışması veya yanmasıyla ve daha fazla CO₂’in açığa çıkmasına yol açıyor. Bu durum, öteden beri güçlü karbon yutakları olarak hizmet eden sistemleri yeni karbon kaynaklarına dönüştürüyor.
Bu ekolojik süreçler belli bir eşiğe ulaştığında geri döndürülemez hale gelecek ve gezegenimiz çok daha hızlı ısınmaya başlayacak. Söz konusu risk, iklim değişikliğini tehlikeli boyuta taşıyacak uluslararası kabul görmüş eşiklerin “aşılmasından” kaynaklanan en büyük risklerden biri (en az on yıl veya daha uzun bir süre boyunca tanımlanmış bir ısınma eşiğinin aşılması) ve toplum için olduğu kadar gezegenimizde yaşamını sürdüren yaban hayatının büyük bir kısmı için de bir felaket oluşturabilir.
Beyaz ısırgan otunu (Lamium album) ziyarete gelmiş bir kraliçe bombus arısı (Bombus hortorum). Bombus arıları, hem yabani bitkiler hem de birçok tarım ürünü için önemli polen taşıyıcılarıdır. Her ne kadar bazı türlerin iklim değişikliğinden fayda sağlaması beklense de, Kuzey Amerika ve Avrupa’daki 66 bombus arısı türü üzerinde yapılan bir çalışmada 171, birçok bölgede, incelenen türlerin çoğunda azalma tespit edilmiştir. Bu durum muhtemelen, pestisit ve herbisitlerin neden olduğu zararın, iklim değişikliğinin olası olumlu etkilerine göre daha ağır basmasından kaynaklanmaktadır.
Atmosferle diğer tüm karasal ekosistemlerden daha fazla karbon, su ve enerji alışverişinde bulunan ormanlar, iklimin düzenlenmesinde temel işleve sahip 1. Ormanlar aynı zamanda, yağış düzenini ve sıcak hava dalgalarının şiddetini olumlu etkileyerek tarım sistemlerinin ve yerel toplulukların iklim değişimine karşı dayanıklılığına katkıda bulunuyor2 . Dünyanın tüm işletilebilir petrol, gaz ve kömür kaynaklarından daha fazla karbon depolayan 3,4 ormanlar, 2001 ile 2019 yılları arasında her yıl atmosferden 7,6 Gigaton CO₂ emmişti5 . Bu da tüm insan kaynaklı karbon emisyonlarının yaklaşık %18’ine6 karşılık geliyor.
Karbon tutma kapasitesinin yanı sıra, ormanların fiziksel yapısı da iklimi hem küresel hem de yerel ölçekte etkiler. Ormanlar karanlık oldukları için güneşten gelen enerjiyi emerler. Bu enerji, evapotranspirasyon adı verilen bir süreçle topraktan büyük miktarlarda suyu atmosfere geri taşımak için kullanılır ve yüzey sıcaklığı yerelde ve dünya genelinde düşer. Orman örtülerinin yüzey yapısı, sıcak havanın yukarı çıkarak atmosfere karışmasına katkıda bulunup ısıyı çeker ve gerekli nemi yeniden dağıtır. Bu biyofiziksel süreçler iklimin yanı sıra hava durumunu da dengeler, azami günlük sıcaklıkları sınırlar, aşırı sıcak ve kurak dönemlerin yoğunluğunu ve süresini azaltır ve yağış mevsimselliğini korur.
Ormanların birleşik net etkisiyle gezegen yaklaşık 0,5ºC soğur. Ancak her yıl Portekiz büyüklüğünde bir alana karşılık gelen yaklaşık 10 milyon hektar ormanı kaybediyoruz. Özellikle tropikal bölgelerde kaybedilen ormanlar, karbon emisyonlarına yol açıyor; daha sıcak, daha kuru yerel iklimlere sebep oluyor; kuraklık ve yangınların süresini ve şiddetini artırıyor ve kaybolan ormanın büyüklüğüne bağlı olarak yağışların azalmasıyla ve küresel yağış modellerinin değişmesiyle sonuçlanıyor. Örneğin, Orta Afrika veya Güney Amerika’daki tropikal ormanların tamamen yok olması, ortalama gündüz sıcaklıklarını 7-8ºC artırabiliyor ve bu bölgelerdeki yağış miktarını yaklaşık %15 azaltabiliyor.
Tüm dünyada, ekim alanlarının %80’inde yağmurla beslenen tarım uygulanıyor ve gıda üretiminin %60’ı bu yöntemle elde ediliyor. Dolayısıyla ormanların yok edilmesi milyarlarca insanın gıda güvenliğini ve milyonlarcasının geçim kaynaklarını riske atabilir. Bu risk, iklim değişikliğinin kuraklıkları daha sık ve daha şiddetli hale getirebilecek ve tarım ve işgücü verimliliğini azaltabilecek etkileriyle daha da artıyor10,11. Bu nedenle, ormansızlaşmanın durdurulması ve ormanların onarılması ve sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesine ilişkin küresel Sürdürülebilir Kalkınma Amacı, biyoçeşitliliğin korunmasında ve küresel ısınmanın sınırlandırılmasında, iklim değişikliğine uyum sağlanmasında ve gıda sistemimiz için elzem olan suyun sağlanmasında önemli bir rol oynuyor.
Ormanlar, iklim, su ve gıda arasındaki hayati bağlantılar Ormanlar iklimin dengelenmesinde kritik öneme sahip. Ancak ormansızlaşma bu hayati işlevin yanı sıra sıcak hava dalgalarının etkisine karşı tampon oluşturma ve tarım alanlarına tatlı su sağlama gibi diğer ekosistem hizmetlerini de tehdit ediyor. Ekolojik bağlantı, türlerin herhangi bir engelle karşılaşmadan hareket edebilmesini ve dünya üzerindeki yaşamı destekleyen doğal süreçlerin akışını ifade eder. Kara, hava ve sucul ortamlardaki habitat parçalanması bu bağlantıyı koparır ve biyo-çeşitliliğin korunmasını ve biyosferi ayakta tutan ekolojik süreçleri tehdit eden küresel bir risk oluşturur.
Habitatların tahribat ve bozulma yoluyla parçalanması, doğayı üç şekilde etkiler. Bunlardan ilki, genel yaşam alanının küçülmesi ve kalitesinin azalmasıdır. İkincisi, parçalanan habitatların diğer yaşam alanlarından kopması ve uzaklaşmasıdır. Üçüncüsü ise, doğal yaşam alanlarından değişime uğramış habitatlara ani geçişlerin sıklaşmasıyla, habitat parçasının sınırınının daha da belirginleşmesidir 14. Peyzaj genelinde doğal bağlantıların yeniden kurulması Doğal yaşam alanlarının (habitatların) parçalanarak tahrip edilmesi ve bozulması nedeniyle ekolojik bağlantı ciddi tehlike altında.
Türlerin hareketini ve doğal süreçlerin akışını yeniden sağlamak için söz konusu bağlantının korunması, bir çözüm olarak karşımıza çıkıyor. Gary Tabor (Büyük Peyzaj Koruma Merkezi) ve Jodi Hilty (Yellowstone – Yukon Koruma Girişimi) Bütün bu etkiler sonucunda ekolojik işlevler bir sarmal gibi bozulmaya başlar. Parçalanma, besin ağlarının çözülmesinden tatlı su akışları veya tozlaşma gibi ekolojik süreçlerin kaybına kadar yol açtığı etkilerle, türlerin göç etme, dağılma, eş bulma, beslenme ve yaşam döngülerini tamamlama gibi ihtiyaçlarını karşılamak için hareket etme kabiliyetlerini sınırlar ve yok oluşa yol açabilir.
Son olarak, habitat parçalanması, iklim değişikliğinin geniş kapsamlı ve zarar verici etkilerini daha da kötüleştirir. Bugün dünyadaki karasal koruma alanlarının sadece %10’u birbirine bağlı durumda16. Dünya genelinde, korunan alanları birbirine bağlayan en önemli bölgelerin üçte ikisi koruma altında değil17. Doğadaki bu bağlantının korunması, diğer bir ifadeyle, ekolojik koridorlar, bağlantı alanları ve yaban hayatı geçiş yapıları aracılığıyla karalar ve sular arasındaki ekolojik devamlılığın korunması ve onarılması, dünya çapında habitat parçalanmasıyla mücadelenin ve iklim direncini artırmanın etkili bir yolu olarak, hızla gündeme gelmektedir.
Ada biyo coğrafyası araştırmalarına ve tür meta-popülasyon çalışmalarına dayanan bilimsel kanıtlar, birbiriyle bağlantılı habitatların, türler ve ekolojik işlevlerin korunmasında daha etkili olduğunu gösteriyor19. Dünya genelinde kabul gören IUCN kılavuzları, yerli topluluklar ve yerel halkların ihtiyaçlarını ve haklarını tanımak suretiyle, politikalarla alan bazlı eylemler bağlantı sağlamak için ekolojik koridorların nasıl geliştirilebileceğini tanımlar20. Bu durumda söz konusu bağlantıların oluşturacağı kesişim alanları gözden kaçırılmamalı; doğanın sağladığı faydalarla etkileşim halinde olan sosyal ve ekonomik hedefler de geliştirilmeli
Dünyanın baskın toplumlarında iklim değişikliğine ve yaşam alanlarının yok olmasına neden olan beşeri faaliyetler kontrol altına alınamazken, Yerli Halkların kontrolünde olan arazi ve sular binlerce yıldır başarıyla idame ediliyor80. Kanada, Brezilya ve Avustralya’da Yerli Halkların yaşadığı topraklarda, devletin resmi kanallarıyla korunan diğer bölgelere göre omurgalı biyo çeşitliliği ya aynı ya da daha yüksek seviyede. Sömürgeciliğin doğayı korumak için insanı doğadan ayırma fikrinden ve el değmemiş vahşi doğa kavramından uzak olan Yerli koruma yaklaşımları, karşılıklı insan ve mekân ilişkilerini kültürel uygulamaların ve bakım çabalarının merkezine yerleştiriyor.
Bu yaklaşımlar, dil, hikâye, tören, uygulama ve hukuk düzenlemeleri yoluyla nesiller boyunca taşınan bilimsel ve ekolojik anlayışları içeren Yerli bilgi sistemlerine dayanıyor (Şekil 11). Küresel biyoçeşitlilik kaybının Yerli Halklar ve onların yaşam biçimine yönelik etkileri çok derin. Örnek vermek gerekirse, balıkların yok olması, bu halklar için salt gıda kaybı olmanın çok ötesinde. Balıkçılık, su yollarının ve kaynaklarının izlenmesi, bilgi ve dil aktarımı ve Yerli Halkların geleneklerinin sağlamlaştırılması gibi önemli işlevlere sahip. Kanada’nın, British Columbia eyaletindeki yaşlılar, somon balığına erişimde bu rapordaki eğilimlere benzer bir düşüş yaşadıklarını bildirdi (yaşamları boyunca %83’lük bir azalma)82. Çoğul olarak kullanılan ‘Halklar’ ifadesiyle, dünya çapında 70 ülkede 370 milyonu geçen Yerli nüfusun birden fazla farklı gruptan oluştuğu kabul ediliyor. Bu nedenle ‘Yerli Halklar’ ifadesi, Kanadalı veya Avrupalı gibi diğer millet veya kültür adlarıyla aynı şekilde büyük harfle yazılıyor.
Yerli Halklar: “Kendilerine özgü kültürlerin ve insan ve çevreyle ilişki kurma biçimlerinin mirasçıları ve uygulayıcıları. İçinde yaşadıkları baskın toplumlarınkinden farklı sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi özellikleri muhafaza ederler.” Kaynak: BM (2022)84 Bu kişiler, Yerli dilinin yeniden canlandırılmasını savunurken, Yerli Halkların önderliğinde daha sürdürülebilir ve adil bir geleceğe kavuşmanın mümkün olduğuna inanıyor. Adil bir gelecek, Yerli ve Yerli olmayan halkların bilgi sistemlerindeki farklı değerlerin tanınmasına da bağlı. Yerli Halkların değerlerinden olan iki gözle görme, yani Etuaptmumk, bir gözle Yerli bilgi ve öğrenme biçimlerinin penceresinden, diğer gözle de ana akım bilgi ve öğrenme biçimlerinin penceresinden bakmak; ayrıca her iki göz ile gördüklerimizi toplumun yararına kullanmak demek.
Hakkıyla uygulandığında, Etuaptmumk, bir taraftan Yerli Halkların bilgisinin kanıt olarak kullanmayı, öte taraftan da bu bilme biçimlerine doğası gereği bağlı olan halklarla ve arazilerle da çalışmayı gerektiriyor. Yaşayan gezegenimizi korurken Yerel Halkların liderliğinden yararlanmalıyız Yerel Halkların doğa koruma çabalarında başı çekmesinin önemi her geçen gün daha fazla kabul görüyor. Yerli uzmanlardan öğrendiklerimizle, insan ve mekân arasında doğal olarak var olan bağlantıların gözetildiği doğa koruma yaklaşımlarına kapıları açıyoruz.
WWF-ABD Zambiya’da destekli doğal orman yenileme çalışmaları Zambiya’daki ormanlar, büyük ölçekli ormansızlaşma nedeniyle ciddi tehdit altında. Ormansızlaşma, çoğunlukla zayıf veya etkisiz bir yönetim rejimi altında olan erişime açık bölgelerde meydana geliyor. Odun yakıtı (odun kömürü ve yakacak odun), tarımsal genişleme, kereste çıkarımı, orman yangınları, madencilik ve altyapı gelişimi ülkedeki ormansızlaşmanın ana nedenleri arasında yer alıyor. Doğal Orman Yenileme projesi kapsamında, İklim Dostu Tarım İttifakı (CSAA) çiftçilerle birlikte çalışarak ormansızlaşmış alanların doğal yenilenme sürecini yönetiyor. Doğal yenilenmenin gelişmesi için zaman ve sıfır dış müdahale gerekiyor, bu nedenle yerel topluluklardan çiftçiler, yenilenme alanlarının korunmasını sağlamak için yangın yönetimi ve sürekli izleme gibi alanlarda eğitiliyor.
Yerelde çiftçiler ormanın restorasyonuna ve korunmasına aktif olarak katılarak bu tür topluluklarda doğanın koruyucuları olarak kabul edilen geleneksel liderlerin rolünü üstleniyorlar. Zambiya’da Luangwa Nehri kıyısında bir kadın ateş yakıyor. Küresel biyo çeşitlilik senaryo çalışmalarının odak noktası, son zamanlarda keşif projeksiyonlarından uzaklaşarak arzu edilen doğa gelecekleri için hedeflere ulaşmaya yönelik stratejiler belirlemeye yöneldi 76,135. Stratejilerin etkili olabilmesi için, biyo çeşitlilik değişiminin doğrudan ve dolaylı itici güçleriyle mücadele etmeleri ve diğer Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ile bağlantılı sinerji ve ödünleri hesaba katmaları gerekiyor.
IMAGE-GLOBIO çerçevesi, bir yandan doğayı toparlanma yoluna sokmaya çalışırken bir yandan da iklim değişikliğini durdurmaya ve artan ve zenginleşen küresel nüfusu beslemeye katkıda bulunmayı amaçlayan, iki birbirine zıt stratejinin etkinliğini değerlendirmek için kullanılıyor179. Stratejiler farklı doğa değerlerini 140, alan bazlı korumaya farklı yaklaşımları ve tarımsal üretim sistemlerindeki farklılıkları yansıtıyor ve böylece ‘çözüm alanı’ hakkındaki perspektifimizi genişletiyor. Çalışma, her iki stratejinin de biyoçeşitlilik ‘eğrisini bükebileceğini’, ancak bunun mümkün olabilmesi için, alan bazlı korumanın enerji ve gıda sistemlerindeki değişikliklerle, gıda israfının en aza indirilmesi, hayvansal ürün tüketiminin azaltılması ve iklim değişikliğinin sınırlandırılması ile birleştirilmesi gerekeceğini ortaya koydu (Şekil 18). Model ve senaryo çalışmaları, biyoçeşitlilik ve iklim için iddialı hedeflere yönelik yolları araştırır (bkz. Gelecek modelleme sınırları 1) ve biyoçeşitlilik üzerindeki hem iklim hem de arazi kullanımı değişikliği baskılarını açıkça hesaba katar.
Yine de biyoçeşitlilik değişiminin bu iki ana etkeni, birbirini güçlendirebilir141–144. Bunun iki nedeni bulunuyor 145. Birincisi, arazi kullanımı değişiklikleri parçalanmış peyzajlar yaratır ve bu da türlerin iklim değişikliğine ayak uydurmak için hareket etmesini zorlaştırır 144. İkincisi, doğal yaşam alanlarından insan kullanımlı arazilere (tarım ve şehirler) doğru olan arazi kullanımı değişikliği yerel iklimi değiştirerek tipik olarak daha sıcak ve daha kuru koşullar yaratır ve böylece bölgesel iklimin ısınmasının etkilerine katkıda bulunur 146. Bu etkileşimler entegre yaklaşımların önemini daha da vurgular, ancak modellere dahil edilmeleri zordur. Örneğin, son zamanlarda yapılan çalışmalar, peyzajlar içindeki doğal habitatların artırılmasının, arazi kullanımı değişikliğinin biyoçeşitlilik üzerindeki doğrudan etkilerini tersine çevirebileceğini ve daha serin ve daha nemli yerel iklim koşulları ve koridorları sağlayarak iklim değişikliğinin etkilerini tamponlayabileceğini gösteriyor.
Ancak bu her yerde işe yaramayabilir. Gelecek modelleme sınırları 1: Hem iklimi hem biyoçeşitlilik eylemlerini içeren yollar Gelecek modelleme sınırları 2: İklim ve arazi kullanımının biyoçeşitlilik üzerindeki etkilerini daha iyi modellemek Aafke Schipper (Radboud Üniversitesi), David Leclère (Uluslararası Uygulamalı Sistemler Analizi Enstitüsü), Rob Alkemade (Wageningen Üniversitesi ve Araştırma).
Hükümetler, hak temelli ve toplum liderliğindeki yaklaşımlarla dünya üzerindeki toprakların, tatlı suların ve okyanusların %30’unu koruduklarında; geri kalan %70’lik kısımda görülen doğal yok oluşun sebepleriyle mücadele ettiklerinde; toplu olarak uyguladıkları tedbirler yetersiz kalıyorlarsa eylemlerini hızlandırdıklarında ve biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı için gerekli kaynakları taahhüt ettiklerinde, doğa-pozitif bir dünyaya ulaşabiliriz. Doğa ve İnsan için Liderler Taahhüdü’nü imzalayan dünya liderleri, gerekli finansmanın sağlanması da dahil olmak üzere, gerekli tedbirleri erkenden alarak örnek teşkil etmelidir. Gavin Edwards, Scott Edwards, Lin Li and Guido Broekhoven (WWF Küresel) WWF YAŞAYAN GEZEGEN RAPORU 2022
Çevre sorunlarının birbiriyle bağlantılı yapısını görmek, kazan-kazan çözümlerinin aranmasını mümkün kılar. Bilimsel veriler açık ve net. İklim değişikliğini 1,5°C ile sınırlandırmayı başarabilmemiz için biyoçeşitlilik kaybını tersine çevirecek acil önlemlerin alınması şart. Kontrol altına alınmadığı takdirde, iklim değişikliğinin biyoçeşitlilik kaybının başlıca nedenlerinden biri haline gelmesi bekleniyor. Ancak birbiriyle bağlantılı bu sorunların üstesinden gelen ve aynı zamanda insana fayda sağlayan çözümleri belirleyerek ve uygulayarak gidişatı düzeltebilir ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarına uygun daha sağlıklı bir dünyayı güvence altına alabiliriz. Yaşayan Gezegen Raporu 2022 yaşam destek sistemimiz olan dünyamızın sağlığına ilişkin bir durum değerlendirmesi sunuyor. Karamsarlığa kapılmak mümkün, ama iyimser olmak için de nedenler var. Bu rapor, herkes için doğa pozitif, net sıfır emisyonlu ve eşitlikçi bir gelecek sağlamak üzere gereken acil eylem çağrısı olarak kabul edilmelidir.