Bulut Bahadır
“Artan Elektrik Fiyatları ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Piyasaya Etkisi” başlıklı rapor, Türkiye’de yenilenebilir enerji santrallarının ve bu santrallara verilen teşviklerin piyasaya etkilerini değerlendiriyor. Rapor, yenilenebilir enerji kapasitesindeki artışın enflasyonda yaratacağı düşürücü etkisinin yanında, ithal yakıt maliyetlerini ve karbon emisyonlarını da önemli ölçüde azaltacağını gösteriyor. SEFİA ve APLUS Enerji’nin ortak ürünü olan çalışmanın sonuçlarını raporun yazarlarından Başkent Üniversitesi İktisat Bölümü’nden Zeynep Kantur ve Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Eray Yücel ile ele alıyoruz.
Raporun çıkış noktasıyla başlayalım isterseniz. Çalışmada, YEKDEM (Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması) veya YEKA (Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları) kapsamında geliştirilen projelerin ve daha çok lisanssız santralın hayata geçmesi durumunda, 2021 yılı tamamı ve 2022 yılının ilk yarısında serbest piyasadaki elektrik fiyatlarının ne olacağının ölçülmesi amaçlanmış. Bu ne demek ve çalışma neyi ortaya koymak istiyor?
Zeynep Kantur (Z.K): Burada sözü ben alıyım isterseniz. Raporun hikayesinden önce künyesinden bahsedelim. Bu rapora APLUS Enerji’den Gökçin Bağbek, Meriç Tokyay ve Volkan Yiğit katkıda bulundu. SEFİA tarafındaysa, Eray Yücel, direktörümüz Bengisu Özenç ve ben katkıda bulunduk. Burada asıl soru şöyle açığa çıktı: COVID sonrası zaten enerji talebi artışıyla beraber enerji fiyatları yükselişe geçmişti. Arkasından, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ve kısıtlamalarla enerji arzında da sıkıntılar yaşanmaya başladı ve enerji fiyatları ciddi miktarda arttı. Global olarak bu soruna çare elbette ki enerji bağımsızlığı ve çare olarak da, yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarını gösteriliyor. Biz de bu soruya Türkiye özelinde cevap aramak istedik.
“Yenilenebilir enerji payındaki artışın Türkiye’deki sonuçları ne olur?” sorusuna cevap ararken de mikro düzeyden makro düzeye doğru bir analiz yaptık. Burada elektrik fiyatları, Türkiye’nin ithal enerji kullanımı ve maliyeti ve enflasyon gibi değişkenler var. Analizi yaparken de açıkçası gerçekçi bir senaryo kullandık. Bence bu kısmı oldukça önemli. Çünkü, “yenilenebilir enerji payı artıkça bu bahsi geçen değişkenlere ne olur?” derken buna gerçekçi bir cevap aramak gerekiyor. Bunu yaparken 2021 ve 2022’nin ilk altı aylık döneminde çeşitli sebeplerle gerçekleştirilmeyen rüzgar ve güneş yatırımlarının gerçekleştiği varsayımı altında bir analiz yaptık.
Alternatif analizimizde 2022 Haziran ayının sonunda 8 GW bir ek rüzgar, yine 8 GW’lik da bir ek güneş kapasitesinin devrede olduğunu varsaydık. Analizi yaparken APLUS Enerji’nin sahibi olduğu Türkiye Elektrik Piyasası için bir tahmin modeli var, bunu kullandık. Bu da aslında oldukça sofistike bir model, raporu dikkatli okuduğunuzda daha birçok bilgiye ulaşılabiliyor ama çok kabaca şöyle anlatıyım, elektrik fiyatları iki tane bileşenden oluşuyor.
Bir tanesi, piyasa takas fiyatı bir tanesi ise YEKDEM. Yenilenebilir enerji kaynaklarının payı arttıkça YEKDEM, yani teşvik kısmı tüketicinin üzerine yansıtılıyor, bu kısmı artırıyor. Diğer taraftan yenilenebilir enerji payı artıkça hem artan arz hem de ithal enerji kaynaklarının sistem dışı kalması piyasa takas fiyatını düşürüyor. Zaten bu da bu konuyla ilgili en büyük tartışmalardan bir tanesi. Yani, yenilenebilir enerji kaynakları aslında enerji fiyatlarını artırır diyen bir grup var ama biz bu çalışmayla aslında Türkiye’de bunun aksine olduğunu gösteriyoruz.
Buradan dilerseniz en çarpıcı noktalardan bir tanesiyle devam edelim, enflasyon. Yenilenebilir enerji üretiminin daha yüksek olduğu bir senaryoda, Temmuz 2022 itibarıyla %144,61 olarak gerçekleşen yıllık ÜFE enflasyonunun %129,22, aynı dönemde %79,60 olarak gerçekleşen yıllık TÜFE enflasyonunun ise %72,39 olacağı öngörüldü. 7 puanlık bir düşüşten bahsediyoruz. Bunu nasıl ortaya çıkardınız?
Eray Yücel (E.Y.): Zeynep Hocanın anlattığı ilk baştaki senaryo çalışmasından biz öz gecikmeli model yapısı kurduk. Şimdi onu ben daha basite indirgeyerek anlatıyım. Burada hemen hemen her değişkenin birbirini etkilediği bir model yapımız var. Bizim için bu; enerji fiyatı, üretici fiyatları ve tüketici fiyatları şeklinde bir zincir üzerinden gidiyor. Oldukça karmaşık aslında, tabii arka planda güdülmesi gereken normalde teorik zemin ama onu biraz basitleştiriyoruz. Bunlar birbirini etkiliyor belli bir sırayla. Bunlardan en dışsalı, yani diğerlerine etki eden ama diğerlerinden az etkilenen, enerji fiyatı gibi karşımıza çıkıyor.
Temelde etkileşimin biraz daha soyutlandığı ama yeterince gerçekçi olduğu bir yapı oluşturuyoruz. Bunun tahminleri üzerine incelenen yaklaşık birkaç yıllık bir veri seti üzerinde katsayılarımızı elde ediyoruz ve etki tepki fonksiyonu dediğimiz bir yapı ortaya çıkıyor. Temelde bu şunun cevabını veriyor: Elektrik fiyatlarına eğer bir birimlik negatif şok gelseydi, yani daha az gelişseydi elektrik fiyatları, bunun tüketiciye ve üreticiye yansıması nasıl olurdu. O hesapları yaptığımızda rapordaki temel katsayılara ulaşıyoruz. Etki tepki fonksiyonlarını hesaplıyoruz.
Şimdi buraya kadarı oldukça kağıt üzerinde denilebilecek, biraz havada asılı bir yapı. Bunu gerçekçi hale getiren az önce Zeynep Hocanın anlattığı ve temelde APLUS’taki meslektaşlarımızın senaryolarıyla ortaya çıkan o gerçekçi alternatif PTF (Piyasa Takas Fiyatı) yapısı. Onu girdi olarak, yani etki olarak modelimize yansıtınca geçtiğimiz Temmuz ayı itibarıyla üretici fiyatlarında da tüketici fiyatlarında da en az 7 puanlık senaryo düşüşleri öngörebiliyoruz.
Burada bir noktayı daha vurgulamak lazım. Bu rapordaki grafiklerde masumane şekilde, senaryo bazlı enflasyon yapısı en düşük etkiyi temsil ediyor. Aslında bakarsanız olası hemen her türlü etkileşimi dikkate alabilsek belki bu enflasyondan kazanımlar çok daha fazla olabilirdi. Yani oradaki çerçevemiz temelde yeterince basit ama etkili bir model ve onun üzerine uygulanan ve kuvvetli, iyi çalışılmış bir senaryodan geliyor.
Raporun sonuçlarına bakmaya devam edersek, burada bir önemli nokta daha var ki o da Türkiye’nin daha az enerji ithalatı yapacağı sonucu. Buna dair raporda nasıl rakamsal veriler sundunuz?
Z. K. : Burada az önce bahsettiğim APLUS’ın geliştirdiği tahmin modeli içerisinde yenilenebilir enerji kaynağı girdikçe ithal doğalgaz ve ithal kömür sistem dışı kalıyor. Bu sebeple tabii ki ithalat maliyetleri düşüyor sistemin içerisinde. Buradan sayısal olarak örnek vermek gerekirse, bizim senaryomuz altında 2021 yılı için ithal yakıt ortalaması 3.1 milyar dolar, 2022 yılı ilk altı ayı için ise 3.3 milyar dolar düşecek. Tabii bunun cari açık, cari denge kontrolü, döviz kurunun bu taraftan gelen etkisinin azaltılması üzerine makro iktisadi paydaları var.
Bir başka önemli çıktıya daha baktığımızda karbon emisyonu azaltımı. Güneş ve rüzgar kapasitesinin yaklaşık 36 GW’a çıkmasıyla beraber nasıl bir emisyon azaltımı başarısı gösterebilir Türkiye?
Z. K. : Evet, yine burada az önce bahsettiğim gibi fosil kaynaklı olan enerji kaynakları sistem dışı kaldığı için elbette bu karbon emisyonunda azalma sağlanıyor. Sayısal değerlere göre 2021 yılında 22.9 milyon ton karbondioksit eşdeğeri, 2022’nin ilk altı ayında ise 13.4 milyon ton karbondioksit eşdeğeri emisyon azaltımı olacağını öngördük. İddialı değerler olduğunu düşünüyorum.
Sizin raporunuzun Cambridge Econometrics tarafından Türkiye özelinde yayımlanan başka bir rapor daha var. Bu raporda da Türkiye’deki enflasyonun yaklaşık beşte birinden enerji fiyatlarının sorumlu olduğu söyleniyor. Yine, enerji fiyatlarındaki artışı tüketiciye yansıtmamak için de Türkiye’nin yaklaşık 300 milyar TL hazineden para harcadığını ortaya koyuyor. Dünyada enflasyonla mücadele çerçevesinde farklı yaklaşımlar ele alınıyor. Örneğin ABD’de enflasyonla mücadele paketini gördük. Türkiye’nin bu kapsamda nasıl bir politika geliştirmesi gerekebilir? ABD’deki enflasyonla mücadele politikasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz ve Türkiye’de buna benzer paketlerin uygulaması nasıl olur?
E.Y : Yenilenebilir enerjinin kapasite anlamında yerleştirilmesinin veya büyütülmesinin enflasyon faydaları çok önemli. Bir şeyin altını çizmek lazım: Yenilenebilir enerjiye dönüşün doğrudan doğruya makro politika çıktısı üretmek, enflasyonu düşürmek gibi bir gayesi yok. Bu bir yan ürün olarak karşımıza çıkıyor ama etkileyici kısmı, küçük miktarlarda veya göz ardı edilebilecek boyutlarda değil, ciddi boyutlarda bir düşüşten bahsetmemiz. ABD paketinde de vurgulanışı az çok mealen böyle. Konuyu çok eleştiriye çevirmek istemiyorum ama öneri bağlamında şunu da belirtmek gerek.
Her şeyin bütüncül bir politika çerçevesi içerisine oturması lazım. Makro politikaların istişare içerisinde düzgün yürütülmesi, düzgün bir iktisadi politikalar paketi muhakkak gerekli. Enerji ayağında da aslında şeffaf ve daha erişilebilir ve anlaşılabilir bir enerji stratejisi kritik. İyileştirilmesi ve diğer politika unsurlarıyla bütünleştirilmesi önemli. Rapordan da eğer bir ders çıkartıp ileriye dönük bir şey söylenecekse, belki ilk etapta söylenebilecek bu. Bunu kamuya mâl etmek, daha bilinir kılmak önemli.
Bu tip politika değişiklikleri veya strateji geliştirme süreçlerinde en önemli noktalardan biri geri adım atılması riskinin söz konusu olması. Hemen her ülkede, demokratiklik seviyesinden gibi değişkenlerden bağımsız. Ama riskin yine olabildiğince minimalize edilmesi önemli. Bir politika yoluna giriliyorsa orada dikkatli olunmasında fayda var. İktisat politikalarının kendine has bir cezalandırıcılığı vardır. “Path dependency” – yola bağımlılık dediğimiz bir yapı gösterir. Kazayla geçmişte bir hata işlediyseniz o hatanın aslında uzun vade etkilerinin kaybolması gerçekten dikkate değer vakit alır. ABD’den başlayıp Avrupa’yı tarayıp bize kadar gelen, daha sonra Uzak Doğu’ya kadar uzayan bir eksende bu konuda makro iktisadi politika üreticilerinin duyarlılık seviyesinin arttığını görüyoruz.
Fiyatlamayla ilgili de bir nokta var. Enerji geleneksel kaynaklardan geldiğinde sistem hassasiyetini, sistemin şoklara duyarlılığını güçlendirici bir etki yapıyor. İngilizce “amplification effect” dediğimiz güçlendirme, sesi kuvvetlendirme etkisi gibidir. Orada şokların hassasiyetini azaltmak, bu şokları emmek için sistemin içerisinde bazı tamponlara ihtiyacımız var. Yenilenebilir enerji, gelenekselin yerini görece daha fazla aldığında bir şok emici vazifesi gördüğü için muhtemelenüketici tercihlerinin zarara uğramasını veya tüketici refahının son tahlilde sıkıntıya uğramasını engelleyecek bir bulvar açıyor üzerinden yürümek için.
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati enerji fiyatlarının daha fazla sübvanse edileceğini söyledi. Bu yaklaşım toplumsal refahı yükseltebilir mi?
Z.K. : Tabii ki hayır. Bunun eninde sonunda faturasını ödeyecek olan yine tüketici. O yüzden bu sübvansiyonun sonunda yine bir enflasyon olarak karşımıza çıkması muhtemel. Zaten az önce Eray Hocanın söylediği gibi, bizim yaptığımız analiz en düşük etkiyi hesaplıyor. Biz mesela vergi hikayesini sistemin içine katmadık. Bir de bu taraftan gelen bir avantajı olacak.
İkitisadi açıdan, bahsi geçen yan faydaları sağlamak için Türkiye’nin yenilenebilir enerji politikasında nasıl adımlar atması gerekiyor?
E.Y. : Genellikle iktisat politikasına dair çerçevede şunu tartışırız: Post modern çağlarda yaşayan insanlarız. 100 sene önceki döneme göre farklı bir dünyada yaşıyoruz ve katılımcı süreçlere aslında daha yatkın olmamız bekleniyor. Şimdi bu bizi siyasete de biraz götürüyor ama biz burada katılımcılıktan bahsederken farklı bir yaklaşım ortaya koyabiliriz. İnsanlara bunun faydalarını günlük hayatlarında hissedecekleri boyutta bir iletişim kanalı açarsanız, onu bir anlamda ispatlanmış hale getirirseniz. Bu sürecin katılımcılığı da daha fazla olacaktır. Şu aralar görüyorsunuz, bizim gibi araştırmacılar ve sizin gibi yayımcı paydaşlar bu konuda gayet hassas davranıyor ve bunun öneminin altını çizmeye çalışıyor.
Bir taraftan da bazen “Bu mu hassasiyetiniz” gibi küçük laf atmalar olabiliyor. Çok daha öncelikli şeyler var. Karikatürize edilen ve “Vatandaş aç yahu” fıkrası üzerinden giden bir şey. Bu iktisatçılar veya enerji alanında çalışanlar için çok önemli bir nokta. Vatandaşın o düşük refahlı veya kısmen kendine hayattan yeterli faydayı sağlayamadığı çerçeveye bunun nasıl faydaları olacağını söylemek bu politika çerçevesinde önemli. Belki, Zeynep Hocayla ve APLUS’taki diğer analizci arkadaşlarımızla yapabileceğimiz bir şey refah ölçümlerine bir el atmak olabilir. Değil mi hocam?
Z.K. : Evet, harika olur.
E.Y. : Onun planlarına girmek niyetindeyiz yakında, tabii o biraz daha farklı. Belki biraz fazlaca sofistike edilmiş modeller gerektiriyor. Mesela bizim rapora dönüşle biraz vaktinizi almak pahasına şunu söyleyeyim: Benimsediğimiz model çerçevesi ilk etapta çok basitti, halen de öyle. Biraz daha onu genişleteceğiz. Ama bazı şeyleri bazen daha basit modellerle ve temel seviyede söylemek daha iyi iletişim sağlıyor. Oradan hareketle politika yapıcılara da tabii daha fazla geri bildirimde bulunmak mümkün. Ancak en nazik haliyle söylemek gerekirse, politika yapıcının kulaklarının biraz daha açık ve duyduğunu algılamaya daha yatkın, gönülden yatkın olmasında da zannediyorum bir fayda var. Öyle bir ümit, öyle bir beklentinin de içindeyiz bir yandan.
Zeynep Hocam son olarak sizin eklemek istedikleriniz var mı?
Z.K. : Eray Hocanın sözleri üzerine belki bir hatırlatma yapabilirim. Bizim yine SEFİA’dan geçen sene enerji dönüşümünde sermaye atıllaşması üzerine çıkmış bir raporumuz vardı. Orada aslında enerji dönüşümüne odaklanıyorduk, farklı sektörlerin bu durumdan nasıl etkileneceğini sayısallaştırıyorduk. O da aslında politika yapıcılar için oldukça değerli bir yol haritasıydı. Onla da ilgilenirlerse, doğru bir şekilde enerji dönüşümünün hangi sektörlerden başlayarak daha az zarar verecek senaryoya ulaşabileceklerini orada gösteriyorduk. Onu da okumaya davet edelim son olarak.