Kolombiya’dan Bogota ve Cali, Türkiye’den Gaziantep ve Konya’nın pilot şehirler olarak seçildiği Sıfır Karbon Binalar projesinin ulusal lansmanından sonra global lansmanı da yapıldı. Kolombiya’dan Bogota ve Cali, Türkiye’den Gaziantep ve Konya’nın pilot şehirler olarak seçildiği Sıfır Karbon Binalar projesinin ulusal lansmanından sonra global lansmanı da yapıldı. Proje kapsamında, Kolombiya ve Türkiye’den başlayarak, 2050’ye kadar farklı ülkelere ve şehirlere sıfır karbon binalar için yol haritaları ve eylem planlarının hazırlanmasında destek verilecek. Zira binalar, iklim değişikliğine karşı önemli ve maliyet etkin çözüm sunuyor, kentsel emisyon azaltım potansiyelinin yüzde 58’ini oluşturuyor.
Dünya Kaynakları Enstitüsü (WRI), Küresel Çevre Fonu (GEF), BM Çevre Programı (UNEP) ve Dünya Yeşil Bina Konseyi’nin desteğiyle, dünya çapında sıfır karbonlu, enerji verimli binalara geçişi hızlandırmayı amaçlayan Sıfır Karbon Binalar projesinin global lansmanı yapıldı. Sıfır Karbon Binalar projesi kapsamında, Kolombiya ve Türkiye’den başlayarak 2050’ye kadar ülkelere sıfır karbon binalar için yol haritaları ve eylem planlarının hazırlanmasında destek verilecek. Kolombiya’dan Bogota ve Cali, Türkiye’den ise Gaziantep ve Konya’nın pilot şehirler olarak seçildiği projenin ulusal lansmanı geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilmişti.
Enerji kaynaklı karbon emisyonlarının yaklaşık yüzde 40’ına neden olan binaların iklim değişikliğine etkisi büyük. Ancak bununla birlikte binalar, iklim değişikliğine karşı en önemli ve maliyet etkin çözümü de sunuyor, kentsel emisyon azaltım potansiyelinin yüzde 58’ini oluşturuyor. Binalarda enerji verimliliği için harcanan her 1 dolar, yeni elektrik üretim ve dağıtım maliyetlerinden 2 dolar tasarruf sağlıyor. Buna rağmen, binalarda ekonomik olarak uygulanabilir enerji tasarrufu yöntemlerinin yüzde 80’i henüz kullanılmıyor. Karbon azaltma ve iklim dayanıklılığı hedeflerine ulaşmak için, dünyanın bina stoğunun 2050 yılına kadar sıfır karbon olması gerekiyor.
ULUSAL VE YEREL HEDEFLER UYUMLAŞTIRILMALI
Sıfır Karbon Binalar projesinin açılış toplantısına katılan WRI Ross Center for Sustainable Cities Binalar ve Enerji Küresel Lideri Clay Nesler, “2050’ye kadar binalarda sıfır karbona ulaşmak, ulusal hedeflerin sahadaki yerel uygulamalarla uyumlaştırılmasını gerektiriyor” derken; UNEP Enerji ve İklim Şubesi Şefi Martina Otto ise “Sıfır karbonlu bir gelecek için ortak hareket etmek hiç bu kadar önemli olmamıştı” dedi.
Öte yandan Kolombiya Çevresel Arazi Yönetimi Bakan Yardımcısı Nicolás Galarza, “Uzun Vadeli İklim Stratejisi ile uyumlu bu proje ile iklim değişikliği konusundaki uluslararası taahhütlerimizin yerine getirilmesine katkıda bulunmayı amaçlıyoruz” diye düşüncelerini dile getirdi. GEF olarak, Sıfır Karbon Bina Hızlandırıcısı aracılığıyla WRI’ın Binalar Girişimi ve BM Çevre Programı ile beş yıllık çalışmanın üzerine yenilerini inşa etmekten gurur duyduklarının altını çizen GEF CEO’su ve Başkanı Carlos Manuel Rodriguez de sözlerini “Karbondan arındırılmış binalar ve hem ülkeler hem de şehirler için düşük karbonlu bir geleceğe giden yeni yolları destekleyebilmeyi dört gözle bekliyoruz” şeklinde sürdürdü.
WRI Türkiye Sürdürülebilir Şehirler Direktörü Dr. Güneş Cansız ise şunları söyledi: “Türkiye, iklim değişikliği politikalarını kalkınma politikalarıyla entegre eden Ulusal İklim Değişikliği Eylem Planı kapsamındaki küresel çabalara da destek veriyor. Bu kapsamda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ekolojik ayak izini küçültmek, çevre kirliliğini ve küresel iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltmak için çok önemli projelere imza atıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile birlikte Konya ve Gaziantep’in pilot şehirler olarak faydalanıcı olduğu Sıfır Karbon Binalar projemizin tüm Türkiye için faydalı olacağına inanıyoruz.”
CO2 EMİSYONLARINA KARŞI DÖRT STRATEJİ
Sıfır Karbon Binalar projesi, ülkelerin binalardan kaynaklanan CO2 emisyonlarını dört strateji aracılığıyla ortadan kaldırmasını hedefliyor:
1. Erişim: Potansiyel bina karbonsuzlaştırma yöntemlerinin haritasını çıkarmak ve sıfır karbon binalar konusunda kamu taahhütlerini benimsemek için ulusal ve yerel yönetimlerle birlikte çalışmak.
2. Diyalog: Ulusal ve yerel yönetimler, kamu hizmetleri, özel sektör ve sivil toplum ile birlikte kolaylaştırılmış politika diyalogları yoluyla sıfır karbon oluşturma taahhütlerinin nasıl başarılacağını araştırmak.
3. Planlama: 2050 yılına kadar sıfır karbon binalara ulaşmak için ulusal olarak belirlenmiş katkılar ve diğer ulusal stratejilerle bağlantılı kısa ve orta vadeli eylem planları ve uzun vadeli ulusal yol haritalarını geliştirmek ve başlatmak.
4. Etkinleştirme Eylemi: Sıfır karbon binalara yönelik piyasa dönüşümünü hızlandırmada paydaşları desteklemek için politikaların geliştirilmesini ve benimsenmesini sağlamak.
KRİZE DİRENÇLİ KENTLER
By Güneş Yerli 06 January 2021
Geçen yılın başlarından itibaren Covid-19 salgınıyla tanıştık. İlk aylarda süresinin ve etkilerinin bu denli derin olacağını bilmemekle birlikte; yaşam biçimlerimizde kökten değişmekte olan kuralları yavaş yavaş görmeye, algılamaya ve hayatlarımıza adapte etmeye başladık. Değişen bu kuralların başında, insanın “sosyal bir varlık” olma halini sorgulatan “sosyal mesafe” kuralı geldi. Böylece en yakınlarımızla, arkadaşlarımızla, ailelerimizle, iş arkadaşlarımızla yüzyüze görüşmenin sıkıntılarını ve hayatlarımıza verebileceği zararı farkettik. Yaşama, çalışma, seyahat etme ve sosyalleşme şeklimizde öncelikle geçici olduğunu düşündüğümüz ancak sonrasında “yeni normal” olarak adlandırdığımız değişiklikler yaşadık.
Fotoğraf: Alyssa Bossom/Unsplash
Nelere Adapte Oluyoruz?
Bu adaptasyona uygun olan sektörler ve çalışma biçimleri, ofis bağımsız, uzaktan çalışma sistemine geçiş yaptılar. İlk etapta genel ulaşım talebinde bir düşüş yaşansa da, bu düşüşün daha sonra özellikle toplu taşıma sistemlerinde olduğu; en yaygın bireysel ulaşım türü olan özel araç kullanımının arttığı; bunun yanında gelişmiş dünya kentlerinde bisiklet ve scooter gibi diğer bireysel ulaşım biçimlerinin yaygınlaştığına şahit olduk.
Kentlerde hava kirliliği azalırken; insanoğlu müdahale etmediğinde çevrenin kendi kendini ne kadar hızlı yenileyebildiğine de tanık olduk.
Bunların yanında, salgın, özellikle kentlerin yapı ve insan yoğunluğunu sorgulamamıza sebep oldu ve kentsel nüfus yoğunluğunun nasıl planlanması gerektiği yeniden tartışılır oldu. Son 30-40 yıldır, kentsel planlamada yüksek yoğunluklu bir yapılanma idealize edilmekteydi. Ancak Covid-19 salgını, yaşamakta olduğumuz bu yapılaşma şeklini sorgulamamıza sebep oldu. Bu nedenle, kentsel yoğunluğun merkezsizleştirilmesi yani yoğunluğun farklı alt merkezlere dağıtılması yeniden tartışılmaya başlandı.
Şehirler Sorgulanıyor
Bu kriz ortamı, insan ölçeğinin yani gökdelenler ve yüksek katlı apartmanlar yerine, yanından geçerken kendinizi küçücük ve değersiz hissetmediğiniz; gökyüzünü görmenize imkan tanıyan az katlı binaların ne denli önemli olduğunu bizlere gösterdi. İnsanların kolayca erişebilecekleri parklar gibi kamusal alanların, apartman avlusu ya da bahçesi gibi yarı kamusal alanların ve balkon gibi kullanım alanlarının ne derece önemli ve insani bir ihtiyaç olduğunu artık daha iyi biliyoruz. Tüm restoranların, kafelerin, kültürel faaliyet alanlarının, alışveriş merkezlerinin, yani aslında yapılı çevrenin kapandığı ve yasaklandığı noktada elimizde kalanın doğal çevre ve açık yeşil alanlar olduğunu gördük. İnsanların sadece açık havaya erişiminin yaşam için ne derece kritik olduğu anlaşıldı. Tüm bunlara da bağlı olarak emlak piyasasında ise artık daha az katlı, daha az yoğun ve yeşil alan, orman içerisinde ya da yakınında inşa edilmekte olan sitelerin reklamlarının arttığını görür olduk. Bunun yanında insanların bahçeli ve kent merkezinden uzak konut talepleri de artmaya başladı. Kısaca, temel ihtiyaçlarımız nelerdir; ve bunları nasıl sürdürülebilir hale getiririzi sorguladığımız bir dönem yaşıyoruz.
Neler değişecek?
Covid-19 salgınıyla birlikte pek çok alanda, normal hayatlarımızdan uzakta ve sosyal mesafeyi merkeze aldığımız yeni bir hayat biçimi algısı oluşturduk. Salgın öncesi döneme kıyasla bireysel olarak zorluklar çekmekle birlikte, bu algımızı koruyabildiğimiz taktirde çevresel ve kentsel anlamda insanlığın geleceği için yararlı olabilecek adımlar atılması da mümkün.
Kentlerin tek bir çekirdek merkez etrafında büyümesinden ziyade çok merkezli ve karma kullanım yaklaşımıyla yani, konut alanlarının, alışveriş alanlarının, kültürel alanların, sağlık ve eğitim hizmetlerinin bir arada planlanması; belirli alanlarda yüksek nüfus yığılmalarını önleyecek ve böylesi kriz durumlarının çözümünü kolaylaştıracak. Bu yapılanma, beraberinde oturma ve çalışma alanlarının da dengeli dağılımını getireceğinden, oturma alanı-çalışma alanı arası ya da kent merkezi-kent çeperi arasında oluşan trafiği azaltmaya da sebep olacak ve daha çevreyle, yeşille uyumlu; sürdürülebilir kentler oluşturmaya da vesile olacak. Bu özelliklerle gelişecek bir kentin yaşama ve çalışma biçimlerindeki değişiklikleri takiben mesafelerin kısalmasıyla birlikte ulaşım biçimlerinde de önemli değişiklikler olması beklenmeli. İnsanlar, kısa mesafelerde yürüme ve bisiklete binme eğiliminde. Önemli olan bu talebe uygun altyapının geliştirilmesi ki, başta dünyanın önde gelen kentleri; sonrasında da diğer kentler olmak üzere salgınla birlikte yürüme ve bisiklet altyapısının geliştirilmesine ayrıca önem vermeye başlandı. Bu anlamda yaya ve bisikletlilerin ön plana çıktığı yavaş sokaklar (slow streets); yine yeşil alanlarla bütünleşmiş bisiklet ve yaya altyapısının geliştirildiği yeşil blok (green block) yaklaşımları gündemde.
Bunun yanında, zaten bizim geleneksel yerleşim anlayışımızda bulunan ancak son yıllarda terk etme eğilimi gösterdiğimiz; salgınla birlikte dünyada da çok popüler hale gelen “yaşanabilir mahalleler” yaklaşımı salgın dönemi sonrasında yaşam alanlarımızı nasıl geliştirmemiz gerektiği konusunda yön gösteriyor. Az katlı konut alanlarından oluşan, yerel üretim ve tüketim mekanlarına sahip, yeşille bütünleşmiş, bir yerden bir yere yürüyerek ya da bisikletle gidilebilen ancak bunun yanında toplu taşıma alternatifleriyle de desteklenmiş yaşam alanları, geleceğin sürdürülebilir ve kriz anlarına dirençli kent modellerinin ilk ayağını oluşturacak.
Cevap bırakın