Akıllı şehir, kentlileri düşünmemeye ve tembelliğe çeken bir teknolojik gelişim değil aksine onları yaşadıkları kentin farklı sorunları için daha aktif çalışmaya ve sorunların çözümünde karar verici bir aktör olmaya davet eden bir paylaşım ve düşünce mekanizması olmalıdır. Akıllı şehirler hakkında konuşmaya başladığımızda tartışmalar genelde, bilgi ve bilişim teknolojileri, nesnelerin interneti, büyük veri konularına geliyor. Bu çok doğru bir yaklaşım olmakla birlikte; akıllı şehirler kavramı sadece yazılım, donanım ve veriler üzerinden okunmamalıdır. Bu kavram bunun çok ötesindedir.
Akıllı şehirler; özel ve kamu işletmelerinden kâr amacı gütmeyen kuruluşlara, sosyal girişimlerden vatandaşlara kadar çok katmanlı bir paydaş envanterinin dahil olduğu katılımcı yönetişim modelleri ile donanım, yazılım ve veri tabanlı inovasyon kültürünün birleştiği bir ekosistem olarak tanımlanmalıdır. Bu ekosistem, şehirlerin ekonomik büyümesinde ve kalkınmasında insan odaklı yenilikçilikte ve de kentliler için refah düzeyini artırmada bir katalizör görevi görmektedir. Bu kavram; şehirlerin daha verimli, çevresel zorluklara daha dirençli, uygun maliyetli ve sürdürülebilir hâle gelmesi için ve kentlilere çalışmak, yaşamak ve sosyalleşmek için daha iyi olanaklar sağlamalıdır.
MEVCUT DURUM VE GELECEKTEKİ ZORLUKLAR
Birleşmiş Milletler’in raporları, dünya nüfusunun 2050’ye kadar 9,8 milyara çıkacağını ve insanların %68’inin şehirlerde yaşayacağını tahmin ediyor. Bu büyüme şehir altyapılarını etkilemektedir ve etkilemeye devam edecektir. Dünyanın dört bir yanındaki şehirler hâlihazırda hava ve su kalitesi, kirlilik, tıkanıklık, aşırı kalabalık, yoksulluk, atık, sağlık ve sosyal bakım, enerji, ulaşım ve seyahat gibi bir dizi zorlukla mücadele ediyor. Şimdiden marjinal hava olaylarının sıklığında ve şiddetinde yaşadığımız artış, derinleşen iklim krizinin mevcut ve gelecekteki sorunların büyüklüğüne işaret ediyor.
AKILLI ŞEHİRLER İÇİN FIRSAT
Gerçekten akıllı olmak, mevcut şehirlerin işleyişinde köklü bir değişikliği ve yeni şehirlerin geliştirilip işletilmesini gerektirir. Bu konudaki engellerin kaldırılmasının yanı sıra birlikte çalışabilirlik ve ortak bilgi standartları çok önemlidir. Şehir yöneticileri de kentlilere gelişmiş ve yeni hizmetler sunan çözümler geliştirilmesine olanak sağlamalıdır. Akıllı şehirlerde verimlilik, döngüsel ekonomi süreçleriyle sağlanabilir. Bunun örnekleri arasında yerel olarak yenilenebilir enerji üretmek, suyu toplamak ve yeniden kullanmak ve kentsel arazilerde gıda yetiştirmek sayılabilir. Akıllı şehirlerde toplu taşıma uygun fiyatlı hatta ücretsiz, güvenilir, sıkışık olmayan ve çevreyi kirletmeyen türden olabilir. Sağlık ve sosyal bakım, uzaktan izleme ve video sistemleri ile desteklenebilir. Burada sorulması gereken soru, “Oraya nasıl gideriz?”
“Roma bir günde inşa edilmedi.” ve bu akıllı şehirler için de geçerli. Bununla birlikte, akıllı şehirler ögelerini sunmak için kullanılan birçok teknoloji örneği hâlihazırda zaten var.
Karar vericilerin, şehirlerimiz ve daha geniş metropol alanlarımız için büyük resmin tamamını görüp ona göre bir plan geliştirmeleri gerekiyor. Bu resim de ancak ve ancak katılımcılık yaklaşımı ile güvenilir ortaklıkların ve platformların iş birliği içinde, bir lego yapımı gibi küçük parçalar hâlinde birleştirilerek oluşturulabilir.
Bu yaklaşımı sağlamak için bazı kritik faktörler şunlardır:
• Açık kaynakları kullanan modüler bir mimari: Bu bizim başlamamıza, büyümemize ve hızla uyum sağlamamıza olanak tanır.
• Sağlam bir temel: Mimari ancak üzerine oturduğu temel kadar iyidir. Bunun güvenli, ölçeklenebilir, akıllı, dağıtılmış, genişletilebilir, esnek, duyarlı ve yeniliği destekleyici olması gerekir.
• Destekleyici bir ekosistem: Bu oluşum kurumsal düzeyde tüm bileşenlerin tam desteklenmesini gerektirir.
FIWARE platformunun kullanıcısı ve üyesi olan Montevideo şehri bunun güzel bir örneğidir.
AKILLI ŞEHİRLER SADECE TEKNOLOJİ İLE İLGİLİ DEĞİLDİR
Başarılı bir akıllı şehir, zorlukları iş birliğine dayalı, açık ve tekrarlanabilir bir şekilde ele alan bir şehir olmalıdır. İklim direnci, hava ve su kirliliği, halk sağlığı ve şehirlerin “yaşanabilirliği”ni ele alan başarılı bir akıllı şehir yaklaşımı istiyorsak şehrin bütün sorunlarına odaklanmalıyız. Açık bir toplum oluşturmalı, iş birliği yapmalıyız. Akıllı şehir yaratma yolunda çalışırken değerli girdiler sağlayabilecek geniş paydaş grubunu göz ardı etmemeliyiz. Bir inşaat tarifi üzerinden anlatmak istersek; kentlileri, endüstriyi, bilimi ve politikayı bir araya getirmek, yenilik için güçlü bir harç karışımı oluşturmak demektir. Buradaki esas mesele tekerleği yeniden icat etmek değil, tüm bu aktörler arasında mevcut bilgilerin tamamını kullanarak iş birliği yapmaktır. Başarılı bir iş birliğinin ön koşulu da açıklıktır: Açık veri, açık teknoloji, açık kaynak ve açık standartlar… Teknoloji sadece kolaylaştırıcıdır. Teknolojiye, amaca giden yoldaki bir kolaylaştırıcıdan öteye anlam yüklenmemelidir.
İŞ BİRLİKÇİ BİR YAKLAŞIMLA BAŞARI
Bu yaklaşımı hâli hazırda uygulayan başarılı projeler arasında, akıllı bir su toplumu için çalışan ve bir AB Horizon 2020 araştırma ve yenilik projesi olan SCORE water bulunmaktadır. İklime dirençli bir şehir yaratma çabası içinde, Amersfoort (Hollanda) vatandaşlar tarafından toplanan verileri projeye entegre eden vatandaş bilim ağı “MeetJeStad” ile iş birliği yaptı.
Göteborg şehrinde (İsveç) sensörler, şantiyelerden akan suyun kalitesine dair çeşitli verileri topluyor ve bunları açık kaynak olarak paylaşıyor. Aynı veriler, çocuklar için su kirliliği konusunda eğitim programlarının hazırlanılmasında da kullanılıyor.
Barselona’da (İspanya) kanalizasyon şebekesine dair veriler kentliler tarafından oluşturulmuş olan bir platfrom tarafından analiz ediliyor. Atık sudaki COVID-19 bulaş riskleri bile analiz ediliyor.
Bir başka başarılı proje de bisikletlere sensörler takan, 20’den fazla paydaşın ortak çalışması olan Sniffer Bike. Bu; hava kalitesi, yol güvenliği ve bisiklet rotaları hakkında fikir veren bir sensör ağı oluşturuyor. Daha da önemlisi, vatandaşların girişimde aktif rol almaları için bir fırsat sağlıyor.
SADECE KUZEY AVRUPA’DA DEĞİL
Bu yaklaşımı daha iyi anlamak için Kuzey Avrupa ülkelerindeki uygulamalara ek olarak gelişmekte olan Afrika kıtasından da örnek vermek isabetli olacaktır. Afrika’nın Addis Ababa, Kampala ve Dakar gibi büyük şehirlerinde, yetersiz ana toplu taşıma seçenekleri nedeniyle, Türkiye’de genel olarak minibüs ve dolmuş olarak tanımladığımız ara toplu taşıma sistemleri, bütün toplu taşıma talebinin yaklaşık %70’ini karşılamaktadır. Bu yüksek talebe rağmen durak bilgileri, sefer sıklıkları ve güzergâhlar hakkındaki bilgiler, öncelikle kullanıcılar daha sonra da kentin ihtiyacı olan ana toplu taşıma sistemlerini planlayacak ulaşımcılar tarafından bilinmemektedir. Sadece tahminler yapılabilmektedir. Bu da hem kullanıcı hem planlamacı hem de karar verici bakış açısı ile veri eksikliği ya da diğer bir ifade ile açık verilerin verimli bir şekilde kullanılmadığına işarettir.
Bu mevcut durumdan hareketle, çalıştığım kurum Dünya Kaynakları Enstitüsünün (WRI) içinde bulunduğu Digital Transport 4 Africa platformunun liderliğinde kentlilerin, işletmecilerin, karar vericilerin, üniversitelerin katılımı ile Kenya Nairobi’deki Matatu minibüs hatları için Google tarafından geliştirilmiş olan General Transit Feed Specification (GTFS) açık kaynağı üzerinden dijital güzergâh haritası oluşturdu. Nairobi böylece ‘Google Haritalar’da ara toplu taşıma sistemleri için yönlendirme özelliğine sahip ilk ve tek Sahra Altı Afrika şehri oldu. Bu uygulama ile Nairobili kullanıcılar, artık günlük yolculukları için üzerinden gidecekleri yerlere hangi hat ile ne zaman gidip dönebileceklerini kolaylıkla öğrenebilecek, ödeme yapabilecek hatta koltuk rezervasyonu bile yapabilecekler. Ulaşım plancıları ve karar vericiler için de bu uygulamanın çıktıları, bir sonraki adım olan ana toplu taşıma sistemlerinin hayata geçirilmesinde rehberlik edecektir.
BANA GÖRE AKIL ŞEHİR
Son olarak; akıllı şehir, kentlileri düşünmemeye ve tembelliğe çeken bir teknolojik gelişim değil aksine onları yaşadıkları kentin farklı sorunları için daha aktif çalışmaya ve sorunların çözümünde karar verici bir aktör olmaya davet eden bir paylaşım ve düşünce mekanizması olmalıdır.
Geleneksel Mahalle Anlayışımız Dirençli Kentlerin Anahtarı
Salgın, başladığından beri gerek bireysel gerekse toplumsal yaşantımızda pek çok şeyi beklemediğimiz ölçüde değiştirdi. Kent hayatının olmazsa olmazı olan ‘bir araya gelme’ eyleminden kaçınır olduk bir kere. Bu durum tüm yaşamımıza, çalışmamıza, ulaşımımıza, eğitimimize ve sosyalleşmemize yansıdı.
Pandemi sonrası şehircilik adına dünyada atılan adımlar neler?
Uluslararası mimarlık ve tasarım firması WATG’nin geliştirdiği ‘Yeşil Blok’ yaklaşımı, New York sokakları için yeşil, arabasız, açık hava odaklı bir sokak tasarımı öngörüyor. Çin’de 20. yüzyılın “bahçe şehri” yaklaşımına atıfla, metropollerden sürdürülebilir tarım arazileri ve yeşil kuşaklarla ayrılmış, sağlık bilincine sahip mini uydu yerleşimler oluşturulması planlanıyor. Paris’in ’15 dakikalık şehir yaklaşımı’ kent sakinlerinin ihtiyaç duyduğu hizmetleri en kısa mesafede alabilmesine dayanıyor. Ayrıca ulaşımda ise bisiklet kullanılması amaçlanıyor.
Özellikle İstanbul gibi metropolleri düşündüğümüzde Türkiye için en ideal şehir planlama yaklaşımı nedir?
Büyük kentler ulaşım, ekonomi ve nüfusun yığılma noktaları. Bu yığılma dengeli dağılmadığında ulaşım, konut, çalışma gibi alanlarda sorun çıkabilir. Türkiye’de 30 büyükşehir belediyesi var. İstanbul nüfusu büyükşehir olma kriteri olan 750 binlik alt sınırın yaklaşık 22 katı. İstanbul’un nüfus yoğunluğunu planlamadan önce, Türkiye kentleri arasındaki dengesiz nüfus dağılımını planlamak gerek. Bunun için de sanayinin farklı dallarıyla, eğitimle, sağlıkla, turizmle ön plana çıkan, farklı coğrafi bölgelerden yeni çekim merkezi kentler oluşturmak gerekiyor. Farklı kentler çalışma ve yaşama anlamında cazip hale getirilmediği sürece nüfus yoğunluğunu, İstanbul sınırları içinde geliştirecek bir planlama ya da projeyle çözmek oldukça güç.
Şehircilik uzun soluklu düşünmeyi gerektirir. Gelecek için bugünden ne yapabiliriz?
Kent ve çevresindeki bölge bir bütün. Kentlerin doğal kaynakları ve gıdayı sadece ‘tüketen’ taraf olmaması, yeşille ve tarımla bütünleşmiş ‘üreten’ tarafa geçmesi sağlanmalı.
Eskiden olduğu gibi çocukların mahalle mektebine gittiği, alışverişin karşı bakkaldan yapıldığı düzen en ideali diyebilir miyiz?
Parklarla, pazar alanlarıyla, yeşil alanlarla, bostanlarıyla yerel üretim ve tüketimin mümkün olduğu; paylaşmanın, selamlaşmanın hala değer olduğu mahallelerimizi geliştirmemiz bugünün ve geleceğin krizlerinin üstesinden gelmemiz ve güncel tanımla daha dirençli kentler yaratmamız için çok önemli bir seçenek.
Şehirlerde ulaşımı nasıl sağlayacağız?
Kentler artık taşıt odaklı planlama anlayışından vazgeçmeli. Pek çok firma salgın sonrasında ofis bağımsız çalışma modellerine geçiş planlıyor. Özel araç kullanımı yerine, hijyenik, kalabalık olmayan ve sefer sıklığı arttırılmış toplu taşıma imkanları çoğalmalı. Bisiklet, scooter ve yürüme yaygınlaşmalı. Bunun için de kentsel kullanım alanlarının uzak mesafelere yayılmadan tasarlanması gerek. Artık milyonları her gün aynı saatleri evden çıkaracak sistemleri terk etmek gerekiyor.
Türkiye’de hayata geçirilen projeler neler?
Kent içi bisikletli ulaşımın planlanması salgın döneminde ivme kazandı.Örneğin bisiklet ve yaya eylem planı hazırlayan İzmir, kentin çeşitli alanlarında bisiklet yolları inşa ediyor. Ankara’da ‘çevre dostu ulaşım dönemi’ başladı. İstanbul da bisiklet yollarını hızla arttırma çabası içinde. Anadolu’nun pek çok kentinde bisiklet kullanımı bir kültür olarak var ve ne mutlu ki yerel yönetimler de bu kültüre ve halkın talebine uygun projeler geliştirmeye başladı.
Cevap bırakın