Doğanın Hakimi Değil Bir Parçasıyız

‘Öncelikle buğday ve baklagiller gibi temel gıda maddelerinin üretim miktarlarını artırmaya yönelik teşvik edici, destekleyici uygulamalar yapılmalı. Bununla birlikte doğa dostu tarım yapan küçük üreticiler desteklenmeli.’ Küresel gıda krizi üzerine konuştuğumuz Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nden Merve Atınç, yeniden kendi kendine yetebilen bir ülke olmak için adımlar atmak gerektiğini söyledi.

Sizi tanıyabilir miyiz?

Merve AtınçBen Merve Atınç, gıda mühendisiyim. İstanbul Üniversitesi’nde Gıda Güvenliği üzerine yüksek lisans yaparak bu alanda uzmanlaştım. İki yıldır Buğday Derneği’nin %100 Ekolojik Pazarlar projesinde çalışıyorum.

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği hakkında bilgi verebilir misiniz?

Buğday hareketinin tohumları aslında bundan otuz iki yıl önce Victor’un Bodrum’da açtığı bir pazar tezgâhı ile başlıyor. O tezgâh ardından Başak Doğal Ürünler Dükkanına dönüşüyor. Sonrasında ise 1992 yılında bir restoran açılıyor; Buğday Vejetaryen Restoranı. Bu restoranda organik ürünler satılıyor, sağlıklı yaşam, doğa, ekolojik yaşam ilkeleri konuşuluyor. Bu sohbetler Buğday hareketini, bir basılı yayına dönüştürüyor ve 1998 yılında ilk Buğday Dergi çıkıyor. Buğday Hareketi 2002 yılında Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneğine dönüşüyor ve böylece şu an hala devam eden projelere imza atmaya başlanıyor. TaTuta ile Türkiye’nin dört bir yanındaki çiftlikleri ziyaret edip, toprağa dokunma fırsatı doğuyor. %100 Ekolojik Pazarlar ile organik tarım yapan çiftçiler, ürünlerini halka sunmaya, satmaya başlıyor. Pek çok çiftçi organik üretime adım atıyor. 2019’da yürütülen Zehirsiz Sofralar projesi ile harika başarılara imza atılıyor; 165 bin kişi zehirsiz kampanyayı destekliyor. Zehirsiz Sofralar Pestisit Eylem Ağı kuruluyor, pestisit konusunda ülke çapında farkındalık yaratılıyor ve bu projeyle yasaklanan pestisit sayısı 27’ye yükseliyor. Şu an ise Zehirsiz Kentler projesi yapılıyor. Bunların haricinde burada özetleyemediğim pek çok başarılı projeye imza atılıyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü İl Dünya Gıda Programı tarafından oluşturulan Gıda Krizine Karşı Küresel Ağın hazırladığı Küresel Gıda Krizi raporunda, yaklaşık 193 milyon insanın akut gıda güvensizliği yaşadığı bildirildi. Bu krizin ana nedenleri nelerdir?

Bu raporu gerçekten çok acıklı buluyorum ve henüz bu gıda krizinin ne yazık ki başında olduğumuzu düşünüyorum. Bu krizin nedenlerine gelecek olursak öncelikle temelde ekolojik ve sosyal ilkelere dayalı, yerel bilgi ve uygulamaları bilim ile birleştiren, doğal döngüler ve süreçlerle uyum içinde, gelecek kuşakların ve tüm canlıların yaşam hakkını gözetecek, gıda bağımsızlığının öncelik olduğu, uzun vadeli ve bütüncül tarım politikalarının olmaması. Bunun devamında hepinizin bildiği üzere iklim krizi, su krizi, COVİD-19, artan enerji fiyatları ve Ukrayna’da devam eden savaş var.

Savaş başlamadan önceki FAO verilerine baktığımızda, durumun aslında geçmişte yaşanan 2008-2011 gıda krizinden daha vahim olduğunu görüyoruz. Başlayan savaş zaten her geçen gün artan enerji fiyatlarını da vurdu ve kriz giderek kendini göstermeye başladı. Savaşın devam ettiği her geçen gün ne yazık ki bu kriz katbekat artacak. Yalnızca savaşın olduğu komşu ülkeler değil, daha geniş coğrafyalar özellikle hali hazırda gıda sorunu yaşayan ülkeler zarar görecek.

Küresel gıda krizinin etkilerinin kontrol altına alınması için gerekli önlemler hakkında neler söylemek istersiniz?

Aslında tüm parametreler göz önüne alındığında oldukça geniş bir konu. Öncelikle Birartıbir’de yayınlanan yazıda Hilal Elver’in söylediği şu sözün altını çizmek istiyorum: ‘‘Türkiye’de kentlerde gıda konusunda gerçekçi adımlar atmak istiyorsak, üç-dört senede bir eleştirel raporlar hazırlamalı, bağımsız gözlemcilerin görüşlerine başvurmalıyız. Bu da tabii ancak demokrasi, kendine güven ve dayanışmayla mümkün olabilir.’’ Ülkemiz bazında demokrasi, kendine güven ve dayanışmayı hatırlatmak ve şunları söylemek mümkün; iklim değişikliği konusunda ayağı yere basan adımlar atmaya başlamalıyız, biyoçeşitlilik kaybı, iklim ve gıda krizi hususunda agroekoloji bilgisini yaygınlaştırmak ve uygulamak zorundayız artık. Kırsalı, tarımı ihmal eden, betonu ve daimî kentleşmeyi kalkınma aracı gören yanlış politika acilen bırakılmalı.

Sonrasında ise şunu kabul etmek gerekiyor, artık ülkemiz kendi kendine yetebilen net ihracatçı konumunda olan bir ülke değil. Bu kabulden sonra tersini yaşamak, yeniden kendi kendine yetebilen bir ülke olmak için adımlar atmak gerekiyor. Öncelikle buğday ve baklagiller gibi temel gıda maddelerinin üretim miktarlarını artırmaya yönelik teşvik edici, destekleyici uygulamalar yapılmalı. Bununla birlikte doğa dostu tarım yapan küçük üreticiler desteklenmeli. Farklı ölçeklerde (yerel, bölgesel, ulusal ve Avrupa ölçeğinde) tarım-gıda sistemlerinin sürdürülebilirliğini sağlayacak etik ve adil politikalar desteklenmeli. Yem konusunda ise GDO’lu yem ithal etmek yerine bütüncül mera yönetimi ve doğa dostu tarımı desteklemeli, uygun üretim planlaması ile kendi yemimizi üretebilmeliyiz.

Küresel bazda konuşacak olursak, BM’nin yeni açıklamasına göre eğer savaş devam ederse, dünya yıllarca bitmeyecek korkunç bir küresel gıda krizini yaşayacak. Bu nedenle ilk temennimiz her zaman olduğu gibi barış. Sonra ise iklim krizi ile mücadele için farkındalıkların arttırılması ve uygulamaların yapılması. En temelde ise bu doğanın hâkimi değil de doğanın bir parçası olduğumuzu hatırlayıp, onun ve bizim için yarınımızı görüp, bu doğrultuda adımlar atmak.

Gıda krizinin nedenlerinden önemli biri de aşırı iklim olayları, iklim olaylarının etkilerine dair neler söylemek istersiniz? 

Bizler öyle bir zamana denk geldik ki bu değişiklikleri maalesef gözlerimizle görüp, etkilerini yaşadık ve her geçen gün bu yaşayış hali biraz daha bizleri, dünyamızı ve evreni daha da vuruyor.

İklim Krizi tarım, orman ve bitki örtüsü, temiz su kaynaklarını, insan sağlığını, biyoçeşitliliği doğrudan veya dolaylı yoldan etkiliyor. Biz her hafta %100 ekolojik pazarlarda olduğumuz için iklim değişikliğinin tarımı, tarımsal üretimi nasıl etkilediğini yakından kederle gözlemliyoruz. 2010’ların ortasında yazılan raporlar, makaleler iklim değişikliğinin uzun dönemde su ve diğer kaynaklar üzerinde stres oluşturacağını söylerdi; tarımsal üretimi azaltacağını ve gıda güvenliğinin tehlikeye gireceğini… Öyle bir noktaya geldik ki artık bunları yaşıyoruz. Tarımsal üretim azaldı, büyük bir su krizinin ortasındayız, tarım mahsullerinde hastalıklar zararlılar ve çoğaldı, küresel salgın hastalıklar arttı; her geçen gün yeni bir salgın hastalıkla tanışıyoruz.

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği olarak amacınızın bireylere ve bir bütün olarak toplumda ekolojik yaşam bilinci ve duyarlılığını oluşturmak olduğunu biliyoruz, gıda krizine karşı mesajınızı bizimle paylaşır mısınız?

Bizler dünya üzerinde birbirimize görünmez iplerle bağlıyız ve üzerinde yaşadığımız doğanın da ufacık bir parçasıyız. Bu duyumu hatırlatarak gıda krizi konusunda bir dayanışma içine girmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bireysel olarak bence artık hepimiz bir farkındalığın içindeyiz, şimdi bu halka büyümeli ve toplumsal olarak da aynı hedeflerle yürümeliyiz.

Nursen Aslan